بسم الله الرحمن الرحيم

26 Kasım 2007 Pazartesi

Hatim Meseleleri

Apartmanımızdaki kadınlar toplanıp mukabele okuyoruz. Bazı meselelerimiz oluyor:

  1. En güzel hatim nasıl olmalıdır?
  2. Kadın adetli iken Kur'an'i dinleyebilir ve yüzünden takip edebilir mi?
  3. "Ha'mim" ler tek seferde okunacak deniyor doğru mudur?
  4. Hatim duası nasıl olmalıdır?
  5. Kur'an'i dinleyen ya da her satırı yerine bir ihlas okuyan hatmetmiş olur mu?

Önce Kur'an'ı okumaktan maksadın onu anlamak ve yaşamak olduğunu söyleyelim. Bu yüzden camide yapılan va'zı dinlemek, (manasını anlamadığı) Kur'an dinlemekten daha sevaptır denmiştir.( F. Hindiye V/317 ) Yine bu yüzden, manasını düşünme mümkün olamıyacağı için Kur'an'ı üç günden kısa sürede hatmetmek mekruhtur denmiştir.( F. Hindiye V/318) Çünkü Kur'an'ın kendi ifadesi ile o "hayatta olanları uyarmak için" indirilmiştir. Okunması da, yaşanmasını sağlayacağı için ibâdettir: Yoksa başlı başına "Kur'an hatmetmek" diye bir ibadet yoktur. Hatta Imam Mâlik: "Câmilerde Kur'ân'ın hatmedilmesi Rasûlullah'ın sünnetinde olan bir şey değildir."( Kurtubî XX/248 ) derken, sırf hatmetmiş olmak için hatmetmeyi kastetmiş olmalıdır. Onun için en güzel hatim; herhalde Kur'an'ın anlamaya çalışarak okunduğu hatimdir. Hepsini anlayamayan, imkanı kadar anlar. Meselâ Ramazanda mukabele okuyan kadınlar-erkekler, hiç olmazsa her cüzden bir sayfanın mealini, sağlam bir mealden okuyarak manasını düşünebilir ve böylece Kur'an'ın ne olduğunu bir nebze anlayabilirler. Kur'an'ı bir yılda bir kere hatmedebilen onu terketmiş olmaktan kurtulmuş olur. Hafızların ise kırk günde bir hatmetmesi güzeldir. (F. Hindiye V/317)

Hatmin bitirilişinde "ihlâs suresi"ni üç defa okumanın hoş olmadığını söyleyen fıkıhçılar varsa da, çoğunluk bunun güzel olacağını, bunun okuma esnasında yapılan hatâlar için bir telâfi sayılacağını söylemişlerdir.Kur'an'ı Kerimi dinleyen dinlemiş olma sevabı, okuyan da okumuş olma sevabı alır. Dinleyen okumuş olmaz. Ancak gaye Kur'an'ı hatmetmek değil, düşünmek ve anlamak olduğu için, dinleyen okuyandan daha çok sevap alır. Çünkü dinlerken daha iyi düşünülür. Ama müslümanın Kur'an okumayı bilmesi de ayrı bir görevdir. Yani, nasıl olsa dinlemek daha sevap, diye Kur'an okumayı öğrenmemek câiz olmaz.

Durum böyle olunca her satır için bir "Ihlâs" okuyan da Kur'an'ın tamamını okumuş olmaz, satırları sayısınca "ihlâs" okumuş olur.( F. Hindiye V/317) Öyle yapacağına okuyanı dinlemesi ve bir yandan da okumayı öğrenmeye çalışması, Allahu a'lem, daha sevap olur.

"Hâ-mîm"lerin tek seferde okunacağına dair hiçbirşey bi1miyoruz, olacağını da sanmıyoruz. Muhtemelen bu, bid'atlara meraklı kadınların bir icadıdır. Çünkü Kur'an deyince aklımıza hep onu anlamak ve yaşamak gelmelidir. "Hâ'mîm"leri tek oturuşta okumanın ise bununla hiçbir ilişkisi yoktur.

Âdetli kadın Kur'an'a bakabilir, dinleyebilir; dinlemelidir.

Hatim duasına gelince: Bu da günümüzde bir takım bid'atlara konu olan bir meseledir. Gerçi: "Kur'an-ı hatmedenin kabul edilecek bir duası vardır" anlamında iki hadis rivayet edilmiştir.( Suyûtî, el-Câmi'us-sağîr) Ancak bunlar meşhur hadis kitaplarında bulunmadıktan başka, çok zayıf kabul edilen hadislerdir. Bu yüzden Hanefilere göre hatim yapıldığında cemaatle dua yapmak mekruhtur; çünkü bu konuda Rasulullah'tan birşey nakledilmemiştir.( Hindiye V/318) Hele duâda.okuyanların ve kendileri için okunanların isimlerini zikretmek riyâya sebep olacak çirkin bir bid'attır. Maalesef câmilerde hocalar bu bid'atı çoğunlukla maddî gayelerle icra etmektedirler. Onları bundan vazgeçirmek de zordur. Onları iknaya uğraşmaktansa bilmeyenlere işin doğrusunu anlatmaya çalışmak daha iyidir. Çünkü "alışmış kudurmuştan beterdir". Bundan olacak ki, "Ramazan'da hatimlerin bitiminde duâ yapmak mekruhtur; ama bununla fetva vermemek gerekir." denmiştir.( agk..)Bu hadislerle, zayıf da olsalar, fazîlet babında amel edilebilir, dense dahî onları, hatim yapanın tek başına, ya da en fazla çoluk çocuğu ile dua etmesi şeklinde anlamak mümkündür. Enes b. Mâlik'in hatim yaptığında eşini ve çocuklarını toplayıp duâ yapmış olması da bunu destekler. Böyle olursa hatim duası müstehap olur, demişlerdir.Araştırmamızın buraya kadar olan kısmını yazdıktan sonra konu hakkında başka kaynaklarda da şu rivâyetlere rastladım:

Ibn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den naklettiğine göre: "Rasûlullah Kur'an'ı hatmettiği zaman ayakta dua ederlerdi". Beyhakî'nin "Su'abü'1-Îmân"da kaydettiğine göre Rasulullah (s.a.s):"Kim Kur'an'ı okur da Rabbine hamdeder, O'nun Rasûlüne salât eder ve Rabbinden mağfiret dilerse, karşılığında hayrı talep etmiş olur." buyurmuştur. Beyhâki'nin yine aynı yerde Ebu Ca'fer'den naklettiğine göre Ali b. Hüseyin Rasûlullah'ın Kur'an'ı hatmettiğinde, ayakta olarak O'na yanaşır hamdle hamdettiğini ve ... dua ettiğini söylemiştir. Ibn Durays'in nakline göre Abdullah b. Mes'ûd: "Kur'an'ı hatmedenin kabul olacak bir duası vardır" demiştir.( Buraya kadar olan rivâyetler için bk. Suyûtî, ed-Dürru'1-mensûr VNI/698-99) Demek ki bu söz hadis değil, Ibn Mes'ud'un sözüdür. Abde b. Lübâbe ve Mücâhid: "Kur'an hatmedildiğinde yapılan duanın makbûl olduğu söylenirdi" demişlerdir.( Suyûtî, et-Tibyân fi-âdâb-i hameleti'1-Kur'an 126; Dârîmî, Sünen N/470; Nevevî el-Ezkâr'da, Hakem b. Uteybe'den sahih senetlerle rivayet edildiğini söyler

2) Ibrahim (en-Nehaî) demiştir ki: "Kişi Kur'an'ı gündüz okursa, melekler ona akşama kadar salât ederler, gece .okursa sabaha kadar salât ederler." Süleyman el-A'mes: "İşte bu yüzden arkadaşlanmızın gecenin ve gündüzün başında hatmetmek istediklerini gördüm" demiştir.( Dârimî N/469; Benzer sözler başkalarından da rivayet edilmiştir. (Nevevi, el-Ezkâr 87) Mâlîk b. Dînâr'ın: "Kur'an'ın hatmedilişinde hazır bulunun" dediği vâkîdir.( Bu ve önceki iki rakamın alıntıları için bk. ed-Durays el-Becelî, Fedâilü'1-Kur'an, (Tahki"k: Gazve Bedir, Dimesk 1408-1987) 44-45)

Görüleceği gibi bu rivâyetler sihhatiyle meşhur hadis kitaplarında bulunmayan rivâyetlerdir. Hanefi fıkhındaki konuyla ilgili hükümlere etki etmeyişleri bundan dolayı olmalıdır.

Nifak Küfrü

Bu küfür türü, kişinin kalbiyle inanmadığı halde zahirde diliyle tasdik ettiğini söylemesi, diliyle ve hareketleriyle hakka bağlanmış gibi görünmesidir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“İnsanlardan bazıları, inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler. Onlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.” (Bakara: 8-9)

“Yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür. Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra inkar etmelerindendir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar.” (Munafikun: 2-3)

12 Kasım 2007 Pazartesi

Kanun-i Esasi

Osmanlı Devleti'nde mutlak monarşiden anayasalı monarşiye geçişi belirleyen ve meşrutiyet reşiminin temellerini atan anayasadır.

Osmanlı Devleti'nin Rusya ile savaş hazırlıkları içine girdiği sırada Sultan II. Abdülhamid tahta geçti (31 Ağustos 1876). İç ve dış sorunların giderek ağırlaştığı bir sırada Mehmed Rüştü Paşa'nın sadrazamlıktan çekilmesi üzerine II. Abdülhamid, Mithad Paşa'yı bu makama getirmek zorunda kalmıştı.

Mithad Paşa, Avrupa devletlerine verdiği sözü yerine getirerek anayasal düzene geçilmesini savunuyor, uluslararası konferans ve benzeri müdahalelerin ancak bu yolla önlenebileceğini ileri sürüyordu. Padişah, Mithad Paşa'nın hazırladığı "Kanın-ı Cedid" adlı anayasa taslağı yerine, Fransız Anayasası'nı çevirtip nazırlarına inceleterek ikinci bir taslak hazırlattı. Anayasayı hazırlamakla görevli 28 kişilik Cemiyet-i Mahsusa'nın düzenlediği son taslak Heyet-i Vükela'da (Bakanlar Kurulu) kesin biçimini aldıktan sonra padişahın bir hatt-ı hümayunuyla kabul edildi (23 Aralık 1876).

Temsili bir organdan yada meclisten değil, padişahın tek yanlı iradesinden kaynaklanan Kanun-i Esasi bu bakımdan bir ferman anayasasıdır. Meşruti bir rejim öngörmekle birlikte, teokratik Osmanlı monarşisinin geleneksel ilke ve kurumlarını anayasa hükmü haline getirmeye öncelik verir. Saltanat hakkı Osmanoğulları soyuna aittir ve umumun kefaleti altındadır. Geleneksel yetkilerinin büyük bölümünü sürdüren padişah hukuken sorumsuzdur. Devletin dini İslam'dır; padişah aynı zamanda halifedir ve şeriat kurallarını uygulatır, yasalar din kurallarına aykırı olamaz, şeyhülislamlık makamı ve şeriye mahkemeleri anayasada öngörülmektedir.

Yasama ve yürütme organ ve yetkilerini birbirinden açıkça ayırmayan Kanun-ı Esasi sistemi yürütmenin, özellikle de padişahın üstünlüğü ilkesine dayalıdır. Sadrazamı, nazırları ve şeyhülislamı padişah seçerek atar; vekiller meclise değil padişaha karşı sorumludur. Yaşama organı sayılan Meclis-i Umumi'nin toplantı döneminin kısaltılmasına, uzatılmasına ya da seçimlerin yenilenmesi kaydıyla feshine karar vermeye padişah yetkilidir. Meclis-i Umumi'nin senato kanadı durumundaki Heyet-i Ayan'ın üyelerini de padişah atar.

Padişahın kişiliği kutsaldır; işlem ve eylemlerinden ötürü hukuki ya da cezai sorumluluk altında değildir; anayasaya bağlılık yemini etmesi bile öngörülmemeiştir. Heyet-i Ayan ve seçimle gelen Heyet-i Mebusan üyeleri anayasaya değil, padişaha sadakat yemini ederek göreve başlarlar. Heyet-i Vükela'nın, kendi gündemini belirlemesi ve aldığı kararları uygulatabilmesi için de padişahın izni ve onayı gerekir. Meclisler de ancak kendi alanlarına giren sınırlı konularda ve padişahın izniyle yasa önerilebilir. Padişahın yasaları veto etme yetkisi de vardır.

Ayrıca Heyet-i Ayan padişahın haklarını korumakla yükümlüdür. Heyet-i Vükela ile Heyet-i Mebusan arasında uyuşmazlık çıkması ve Heyet-i Mebusan'ın görüşünde iki kez direnmesi durumunda da padişah altı ay içinde yeniden toplanması koşuluyla meclisi feshedebilir. Meclislerin toplantıda olmadığı dönemlerde ülke, yasa hükmünde özel kararlarla yönetilebilirdi.

Kanun-ı Esasi sistemi gerçek bir meşrutiyet ya da anayasal düzen sayılmaz. Anayasa düşüncesinin somutlaşması, yasama meclislerinin ve temsili sistemin oluşması, bütün kısıtlamalara karşı (örn:113. maddeyle padişaha tanınan sürgün yetkisi) bazı hak ve özgürlüklerin bir anayasal metinde yer alması, yargı bağımsızlığını ve güvencelerini sağlamaya yönelik ilkelerin düzenlenmesi vb. noktalar Kanun-ı Esasi'nin Osmanlı devlet düzenine önemli katkıları olmuştur.

Kanun-ı Esasi'nin öngördüğü yasama organı 19 Mart 1877-16 Şubat 1878 arasında bazı aralıklarla toplam beş ay görev yaptı. Ama özellikle eleştirici davranışlarıyla tutucu çevrelerin ve padişahın tepkisini çekti. Bunun üzerine Rusya ile yapılan savaşı bahane eden II: Abdülhaid, Meclis-i Umumi'yi tatil etti ve bir daha toplantıya çağırmadı ve Kanun-ı Esasi 1908'e kadar hukuken yürürlükte kalmakla birlikte uygulamadan düştü.

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ile yeniden yürürlüğe girdi ve 31 Mart Olayı'ndan sonra yeni değişiklikler yapıldı (22 Ağsutos 1909). Buna göre 21 madde değiştirildi ve üç yeni madde eklenerek gerçekten meşruti ve parlementer bir sistem oluşturuldu. Yapılan değişikliklerle; padişah anayasaya bağlılık yükümlülüğü altına girdi. Hükümet padişaha değil meclise karşı sorumlu olacaktı. Hükümet ve Heyet-i Mebusan bağımsız kişilik kazandı, yasama ve yürütme ilişkileri dengeli duruma getirildi, kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsendi, padişahın mutlak veto yetkisi kaldırıldı. Ayrıca dernek kurma, toplantı vb. özgürlükler tanındı, 113. madde kaldırıldı.

II. Meşrutiyet'in çalkantılı siyasal süreçlerinde başka değişikliklere de uğrayan Kanun-ı Esasi, özellikle I. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra fiilen tek parti durumuna gelen İttihat ve Terakki'nin yönetim süresince uygulanmadı. Ama Kurtuluş Savaşı döneminde, hatta 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun çıkarılmasından sonra bile Kanun-ı Esasi'nin yeni anayasaya aykırı düşmeyen hükümlerinin yürürlükte kalacağı düşüncesi benimsendi. 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 1921 Anayasası'yla birlikte Kanun-ı Esasi'yi de kesin olarak yürürlükten kaldırdı.

http://www.osmanli700.gen.tr/olaylar/trolaylar.html

Sultan Vahdettin Hazretlerinin Vefatı

Sultan Vahdettin, İtalya’da vefat etti, Şam’a defnedildi
HASAN CANDAN
Sultan Vahdettin, 1926’da İtalya’da vefat ettiğinde 15 gün cenazesi kaldırılamamıştı. Sebeb ise çevre esnafa olan borçlarıydı. Eğer denildiği gibi “hain” olsaydı, giderken yanında neler götürmezdi ki!..

Otuz altıncı ve son Osmanlı padişahı, yüz birinci İslâm halifesi olan Sultan Vahdettin, 4 Temmuz 1918’de ağabeyi Sultan Reşat’ın vefat ettiği gün padişah ve halife oldu. Ancak çok kısa bir süre sonra takvimler 16 Mart 1920’yi gösterirken Osmanlı toprakları İtilaf devletleri tarafından işgal edildi. Bütün girişimlerin sonuçsuz kaldığını ve işgal altındaki İstanbul’dan vatanın kurtarılamayacağını anlayan Vahdettin Han, güvendiği kumandanları Anadolu’ya göndermek ve kurtuluş mücadelesini oralardan başlatmak istedi. Ancak davet edilip vazife verilen bütün kumandanlar; “Dış dünyaya karşı harp edilmez. Bu iş olmaz. Yeniliriz.” diyerek gitmeyi reddettiler.

KURTULUŞ ANADOLU’DA

Sultan’ın kurtuluşun Anadolu’dan gerçekleşeceğine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündü ise de, İngilizler, “Eğer Anadolu’ya geçersen İstanbul’u Rumlara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız.” diyerek engellediler. Bunun üzerine bir gün saraya çağırdığı Mustafa Kemal’i; “Paşa! Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Ancak asıl şimdi yapacağın hizmet, hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin!” sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu’ya gönderdi. Böylece İstiklâl mücadelesi başlamış oldu.

GURBETTE VEFAT

İstiklâl Harbi zafer ile neticelendikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti 1 Kasım 1922’de hilafet ile saltanatın ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını bir kanun ile ilan etti. Vahdettin Han’ın adı hutbelerden kaldırıldı. Bunun sonucunda Sultan Vahdettin Han 17 Kasım 1922 Cuma günü Dolmabahçe Sarayı’ndan Malaya harp gemisi tarafından alınıp Malta Adası’na götürüldü. Oradan Melik Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’ye oradan da İtalya’daki San Remo şehrine giderek ikamet etti. Vahdettin Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayatından sonra, 16 Mayıs 1926’da İtalya’da vefat etti. Cenazesi Şam’a getirilerek Sultan Selim Camiî kabristanına defnedildi.

ATEŞ İÇİNDE BİR VATAN

Vahdettin Han’ın vatanının ve milletinin uğradığı felaketler karşısında neler düşündüğü ve neler hissettiği kayıtlara geçmiş şu hadiseden çıkarılabilir:

1919 senesi Ramazan’ında bir sabah Yıldız Sarayı’nda yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, Sultan’ın geceleri kaldığı daireyi de sarar. O geceyi tesadüfen Cihannüma Köşkü’nde geçirmiş olan Vahdettin, yangını haber alınca, üzerine pardösüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken çevrede ağlayanları görünce gözleri yaşararak, “Benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var.” demekten kendini alamaz. Ancak gelin görün ki vatanına bunca bağlı bir padişah ülkesinden ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra (dört yıl) yaşadığı yabancı memleketlerde vefat edince, kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı cenazesi 15 gün boyunca tabutunda kalmış ve borçları ödenmeden naaşı kaldırılamamıştır.



SULTAN VAHDETTİN

Sultan Abdülmecid ile Gülistü Sultan’ın oğulları olarak 2 Şubat 1861’de dünyaya gelen Sultan Vahdettin, 4 Temmuz 1918’de Osmanlı Devleti’nin otuz altıncı ve son padişahı olmuştur. Tam anlamıyla iflasın eşiğinde olan bir ülkeyi idare etmekle çetin bir imtihan yaşayan Vahdettin, 17 Kasım 1922 tarihinde ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve vatanından koparken yanında şahsî ve pek cüz’î mal varlığından başka bir şey götürmediği için yokluklar içinde yaşadığı hicret hayatını, 16 Mayıs 1926’da noktalamıştır.

Sayı:206
Bölüm:Portreler


http://ailem.zaman.com.tr/?bl=26&hn=5080

Vasiyet 10 Sultan Vahdettin

Sultan Vahdettin Han

Osmanlı tarihinde, yüz birinci halife,
Sultan Vahdettin ile kapandı son sahife

Bu sultan genç yaşında tattı acıklı devri
Çok baskılara rağmen imzalamadı Sevr’i

Duydu yabancıların etrafı yaktığını
Düşman ordularının karaya çıktığını

Sultanla Fevzi Paşa geldiler bir araya
Mustafa Kemal Paşa çağırıldı saraya

-‘Paşa, Paşa, Ben senin için bir karar aldım
Dokuzuncu Ordunun müfettişi atadım

-‘Allahın yardımıyla şayet olursa kısmet
Bu millete beraber yapacağız bir hizmet

-‘ Memleketi kurtarmak herşeyden daha üstün
Vakit kaybetmeden, git Anadolu’ya bugün
=================
Sultan bir şey almadı ihanet olur diye
Türkiyeden giderken Maltaya ve Mekkeye

Az sonra İtalya’da, San Remo’da yaşadı
Ölünceye dek orda mazlum ve müflis kaldı

Borç yüzünden evinin eşyası haczedildi
Vahdettinle Osmanlı tarihi sona erdi

Dünyada bazı şeyler değiştirilebilir
Unutmaz tarih onu hükmünü sonra verir

Asla vatan haini değilim ben diyordu
İslam topraklarında gömülmek istiyordu

Sultanın na’şı Şama usulca götürüldü
Sultan Selim Camii bahçesine gömüldü

Bu haberi duyunca Atatürk ‘Öldü’ dedi
Çok namuslu bir adam olduğunu söyledi.

Mehmet Fatin Baki

(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir
http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?sair=9320&siir=665002

Süleymaniyede Bir Padişah

Şam’dayım Vahdettin’in mezarı başında,
Son padişah yazıyordu mermer taşında.

Talihsizin kabrinde hep düşündüm durdum,
Yaş akar diye gözlerime kepenk vurdum.

Sonra Osmanlı’nın hatırası canlandı,
Tarihi şanlıydı kalbim heyecanlandı.

Koşmuştu ataları fetihten fetihe,
İstanbul böyle yar olmuştu genç Fatih’e.

Sonra Kosova,Mohaç,Zigetvar,Kanije,
Daha ne Viyana’lar bekliyordu nice.

Papazının cübbesine sarığı tercih,
Başka şeye değil adalete müteveccih.

Tahakküm etmediler inancı,kelamı,
Vurdular beldelere mührü İslam’ı.

Böylece yüzyıllarca hükümran oldular,
Zulme hasım,mazluma uzanan koldular.

Koca Akdeniz,sanki göl olurdu bize,
Barbaros tayfasıyla indi mi denize.

Bir bir alındı üç kıtada onca toprak,
Akıncı geçince rüzgar gibi koparak.

Tevhiddi macun,tüm renkler,ırklar hem fikir!
Giremezdi araya, hiç bir nifak ve de kir!

Sünnetullahtı cümle faninin zevali,
Bitmekteydi Osmanlı’nın devri kemali.

Bir kere bozulmaya görsün hele sükun,
Fitne uykudan uyanır da eder sökün.

Saçıldı Garptan mikrop gibi ırk belası,
Yıkılıp gitti ümmetin gönül kalası.

Mikrop vere vere ettiler hasta adam,
Toptan çullandılar üstüne yasta adam.

Su almaktaydı her gün, batıyordu gemi,
Vakit altı asırlık çınarın son demi.

Güneş batarken kim padişah,ne fark eder?
Sultan Kanuni olsa, değişir mi kader?

Dört bir yandan kuşatılmıştı bir kez millet,
Babı Ali hiç görmemişti böyle zillet.

Kurt kocarsa maskarası olurmuş itin,
Lafzı sorulur mu Haçlıya hamiyetin.

İşte böyle bir dönemde başta Vahdettin,
Ortada ne vatan kalıyordu ne de din!

Zevalde padişahlık yeter kabahatmış,
Devlet çökerken düşmek,Vahdettin’e bahtmış.

Yüklemişler iki yüz yıllık suçu ona,
Kalmakmış bütün suçu,herkesten en sona.

Payitaht ki sinirleri kesik bir beyin,
Bu beyin ki tarumar,hilafete değin!

İstanbul üstünde bulutlar kara kara!
Yeni bir yol çizdi tek başına Ankara!

Çökmekte devlet,ümmette gidince birlik,
Israr kuklalık,güç işgalcilerle dirlik!

Eli kolu bağlı,çaresizdi Vahdettin,
Ne kader? Onunla son buldu vahdeti din!

Vahdettin’in hicretiyle bir destan bitti.
Tarih şahit ki koca Osmanlı yiğitti!

Malta,Mekke,San Remo,zor gurbette vefat,
Zaten ne padişahlık kalmıştı ne sıfat!

Hiç tenezzül etmezdi mücevher taşına,
Ukbaya giderken haciz geldi nâşına.

Haciz nâşa değil, payitahta konmuştu,
Ona hain diyen çok dimağlar donmuştu.

Defnine bir yer bulunmuştu darül İslam’da,
Makamı Süleymaniye avlusu, Şam’da.

Ha İstanbul,ha Şam’daki Süleymaniye,
Her ikisi de Mimar Sinan’ dan hediye.

Vahdettin’in kabrinde hep düşündüm durdum,
Yaş akar diye gözlerime kepenk vurdum!

08.03.2006
Bu şiir Somuncubaba Dergisinin Mart(2007) sayısında yayımlanmıştır.

Mehmet Sertpolat

(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?sair=31275&siir=746910

Hain Kim?

Sultan vahdettine hain diyenler utansın.

KİM HAİNMİŞ?

Mustafa Kemal, Küçük Mabeyn'de Sultan Vahdettin'le yaptigi son görüsmeyi (15 Mayis 1919), sonradan Cumhuriyet devrinde söyle anlatmistir:

"Yildiz Sarayi'nin ufak bir salonunda Vahdettin'le adte diz dize denecek kadar yakin oturduk. Saginda, dirsegini dayamis oldugu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Bogaziçi'ne dogru açilan pencerelerinden gördügümüz manzara su: Birbirine muvazi hatlar üzerinde düsman zirhlilari, bordalarindaki toplar sanki Yildiz Sarayi'na dogrulmustu....Manzarayi görmek için, oturdugumuz yerlerden baslarimizi saga, sola çevirmek kafi idi.
Vahdettin hiç unutmuyacagim su sözlerle konusmaya basladi:
- Pasa, pasa, simdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunlarin hepsi tarihe geçmistir. Bunlari unut. Asli simdi yapacagin hizmet hepsinden mühim olabilir. Pasa, pasa devleti kurtarabilirsin ! dedi.
- Hakkimdaki teveccüh ve itimadi arz-i tesekkür ederim, elimden gelen hizmette kusur etmiyecegime emniyet buyrunuz, dedim.

Sonra:
- Merak buyurmayiniz efendimiz, dedim, nokta-i nazar-i sahanenizi anladim. Irade-i seniyye olursa hemen hareket edecegim ve bana emir buyuruklarinizi bir an unutmuyacagim.
- Muvaffak ol ! Hitab-i sahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çiktim.

Seryaver Naci Pasa koridorda elinde ufak bir mahfaza içinde bir sey tutuyordu:
- Zat-i Sahane'nin ufak bir hatirasi, dedi.

Kapagin üstünde Vahdettin'in inisyalleri islenmis bir saatti.
- Peki, tesekkür ederim, dedim.

Saati yaverim aldi. Sonra Yildiz Sarayi'ndan çiktigimiz ve hareket etmek üzere oldugumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatle, ayaklarimzin patirtisini isizmekten korkarak, saraydan uzaklastik"

Genis bilgi için bakiniz: Maresal Fevzi Pasa'nin sirri.

Kaynak: Hicret namaz vakitleri takvimi, 17/18.11.1995

http://www.enfal.de/tarih16.htm

Maresal Fevzi (Çakmak) Pasa'nin sirri

Fevzi Pasa... bu ifsayi, refikasi Fitnat hanima söyle açiklamistir:

«Fitnat. Öyle birsey biliyorum ki ortaya çikip söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranislarimiz müsait degil. Mecburum, bu sirri kendimle beraber mezara götürmege»

Ve iste Maresalin senelrce sakladigi büyük sir ki, Sultan Vahdettin'in vatansever bir insan oldugunu ve kurtulusu (Istiklal savasin kazanilmasi) Anadolu'da gördügünü apaçik göstermektedir.

Dinleyelim Fevzi Pasayi:

«Mütareke senesinde, bir Cuma selamligindan sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti.
"Pasa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu isler anca Anadolu'da teskilatlanarak kurtarilabilir. Bana Anadolu'da teskilat kuracak, memleketi su karanlik durumdan kurtrabilecek Pasalarin bir listesini yapip getirin"
Ertesi Cuma, yine selamliktan sonra huzruna girip hazizladigim listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. sonra yari kapali gözleriyle agir agir, tane tane konusmaya basladi:
"Pasa, Mustafa Kemal Pasa hirsiz midir"
"Hasa Padisahim"
"Bir namuzsuzlugu, ahlaksizligi var midir ?"
"Hasa Padisahim"
"Beceriksiz ve kabiliyetsiz mdir?"
"Hayir efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir"
"O halde bu listeye niçin onun adini yazmadiniz?.."
Hiç düsünmeden cevap verdim:
"Padisahim, Mustafa Kemal Pasa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftaridir"
Padisah elindeki kagidi atar gibi masanin üzerine birakti...Ayaga kalkip pencereye döndü. Limanda demirli Itilaf devletleri (Ingiliz, Fransiz, Italyan, Yunan) gemilerini göstererek:
"Pasa, Pasa...Bu gemileri görmek kanima dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun...Kendine selamla birlikte teblig ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Pasa'yi görecegim »

Tercüman, 10.04.1976

Kaynak: Vehbi Vakkasoglu, Son Bozgun, cilt: 1, S. 134-135, Timas, Istanbul, 1990

http://www.enfal.de/tarih13.htm

Resul ve Nebi Ne Demektir?

Nebi ve Resul nedir?.: >
http://blog.mynet.com/msp1955/yazi/neb_ve_resl/70663

Sual: Bazıları hocalarını Resul yani Peygamber olarak gösterebilmek için, “Kitap gönderilen peygambere Nebi, Kitap gönderilmeyen peygambere Resul denir”diyorlar.Peygamberlik son bulmadı mı? Bizim Peygamberimiz son Peygamber değil mi?
CEVAP
Müslümanlıkla ilgisi olmayan böyle iddialar, dinimizi içten yıkmak isteyen din düşmanlarının taktik ve hilelerindendir.Bunlar, Yalnız Kur’an diyerek, âyetleri kendi kafalarına göre yorumlayıp, Resulullahın açıklamalarına hiç itibar etmezler. Hadis-i şeriflerin hepsine de uydurma derler.

Kitap gönderilen peygambere Resul denir. Nebi, kendinden önce gelen Resulün dinini tebliğ eden peygamberdir. Yeni din getirmeyip, önceki dine davet eden peygamberlere Nebi denir. Her resul, nebidir; fakat her nebi resul değildir. Peygamber Fars’çadır, resul veya nebi anlamında kullanılır. Kur’an-ı kerimin bir çok yerinde Peygamber efendimize Resul deniyor, bazen Nebi diye de geçiyor. Nebi denmesi Resul olmasına mani değildir. Yani bir resule nebi denmesi onun resul olmadığını göstermez. Genel kurmay başkanına bazen general, subay veya asker denmesine benzer.

Emirleri tebliğ etmekte ve insanları, Allahü teâlânın dinine çağırmakta, Resul ile Nebi arasında bir ayrılık yoktur. Ankebut suresinin, (Ona [İbrahim’e İsmail’den sonra] İshak ve Yakub’u da bağışladık. Nebiliği ve kitapları [Tevrat’ı, İncil’i, Zebur’u, Kur’anı], onun soyundan gelenlere verdik) mealindeki 27. âyetinde, İbrahim aleyhisselamın soyundan gelenlere nebilik verildiği gibi kitap verilen resuller de vardır. (Beydavi, Medarik, Celaleyn)

Kitap sahibi resullerden örnek verelim. Hazret-i Musa resul idi. İşte âyet-i kerime mealleri:
(Musa, «Ey Firavun, elbette ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir resulüm» dedi.) [Araf 104] (Sırf bu âyet bile, onların yalanını çıkarmaya yeter. Hazret-i Musa’ya Tevrat indi, yani kitap gönderildi. Bunun için kendisine resul deniyor. Peygamber efendimize de kitap gönderildiği için bir çok âyette resul deniyor. Resul denilince nebi de içine girdiği için daha çok resul tabiri geçiyor. Kelime-i şehadette de Resul deniyor. Nebilik daha yüksek olsa idi o geçer idi.

(Musa’yı mucizelerimizle Firavun ve topluluğuna gönderdik. Musa,
"Ben âlemlerin Rabbinin resulüyüm" dedi.) [Zuhruf 46] (Bu âyette de, Hazret-i Musa’nın resul olduğunu açıkça bildiriyor.)

Hazret-i Musa da, Peygamber efendimiz gibi, hem resul, hem de nebi idi. İşte âyet-i kerime meali:
(Kitapta Musa’yı da an; elbette o, muhlis bir kul ve resul olan nebi idi.) [Meryem 51]

Hazret-i İsa da, kendisine kitap gönderilen resul idi. İşte âyet-i kerime meali:
(Meryem’in oğlu Mesih [İsa] ancak bir Resuldür.) [Maide 75]

(“Biz, Allah’ın Resulü olan Meryem oğlu İsa’yı öldürdük" demeleri sebebiyle onları [Yahudileri] lanetledik, rahmetimizden kovduk.) [Nisa 157]

Kitap sahibi resul olan Musa aleyhisselam, kardeşi Harun’un da kendisine vezir yani yardımcı olmasını istedi. İşte âyet-i kerime meali:
(Ya Rabbi, ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl!) [Taha 29-32]

Allahü teâlâ, onun bu duasını kabul ederek buyuruyor ki:
(Allah, “Ey Musa! İstediğin sana verildi” dedi.) [Taha 36]

(Biz, Musa‘ya Kitab verdik, kardeşi Harun’u da ona vezir
[yardımcı] yaptık.) [Furkan 35]
Kitap verilen resul olan Hazret-i Musa’dır. Hazret-i Harun ise onun veziri, yani yardımcısıdır. Yardımcısı daha üstün olur mu hiç? Hazret-i Musa Resul iken, Hazret-i Harun da nebi oldu. İşte âyet-i kerime meali:
(Rahmetimizden, kardeşi Harun’u bir nebi olarak ona bağışladık.) [Meryem 53]

Hazret-i Harun, Musa aleyhisselamın getirdiği dini, yani Museviliği tebliğ eden bir nebi idi.
(Zekeriyya mihrabda namaz kılarken melekler ona, "Allah sana, Kelimullahı [İsa’yı] doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir nebi olarak Yahya’yı müjdeler" diye seslendiler.) [Al-i İmran 39] (Hazret-i İsa’nın kitap gönderilen bir resul olduğu yukarıdaki âyetlerde bildirildi. Hazret-i Yahya ise, Hazret-i İsa’nın getirdiği dini, yani İseviliği tebliğ eden bir nebi idi.)

Bu örnekler de açıkça kendisine kitap verilen peygamberlere Resul denir. Resullerin getirdiği dini tebliğ edenlere de Nebi denir. Her resul aynı zamanda nebidir. Peygamber efendimizden sonra, nebi gelmeyecektir. Bir âyet meali şöyledir:
(O, Allah’ın resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Nebi gelmeyince, Resul hiç gelmez. Çünkü resullük makamı, nebilikten daha özel ve yüksektir.

Bu âyetlerden sonra, bu konudaki hadis-i şerifleri bildirelim:
(Nübüvvet ve risalet sona erdi. Benden sonra nebi de, resul de yoktur.) [Tirmizi]
(Nebiler benimle son buldu.) [Müslim]
(Resullerin ilki Âdem ve sonuncusu Muhammed’dir.)
[Hakim, Taberani]

(Övünmek için söylemiyorum
[hakikati bildiriyorum], ben mürsellerin [Nebi ve resul olarak gönderilen peygamberlerin] efendisiyim. Hepsinin sonuncusu ve şefaat edicilerin ilkiyim.) [Darimi]

(Diğer nebilere göre benim durumum şuna benzer. Güzel bir ev yapılır, ama bir kerpici eksiktir. Ziyaretçiler, evi beğenir. Yalnız
"Şu boşluğa da bir kerpiç konsaydı" derler. İşte ben o kerpicim, nebilerin sonuncusuyum.) [Buhari, Müslim]

(Ya Ali, Musa’nın yanında Harun nasıl idiyse, sen de, benim yanımda öylesin. Ancak, benden sonra nebi gelmeyecektir.)
[Buhari, Müslim,Tirmizi, İbni Mace, İmam-ı Ahmed, Taberani]

Peygamber efendimiz, sadece zamanının ve Arabistan’ın değil, kıyamete kadar bütün insanların, bütün dünyanın resulüdür. Bir âyet meali şöyledir:
(Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmez.) [Sebe 8] Bir hadis-i şerif meali: (Ben bütün insanlara gönderildim.) [Müslim]

(Size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul gönderdik.)
[Bekara 151] (Bu âyet de kitabın nebiye değil, resule geldiğini göstermektedir.)

Kur’an-ı kerimde, Resulullahın son nebi olduğu bildirildikten sonra, İslam binasının tamamlandığı şöyle açıklanıyor:
(Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]

Allahü teâlâ, son nebi ve son resulünü gönderip dinini tamamladığına ve dinde noksan kalmadığına göre artık başka din ve başka peygamber aramak, Kur’an-ı kerimi inkâr olur.

Nisa suresinin, (Kıssalarını sana bildirmediğimiz resuller de gönderdik) mealindeki 64. âyeti, resul sayısının Kur’an-ı kerimde bildirilmediğini göstermektedir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Nebiler 124 bin, resuller ise 313 tür.) [Hakim]
Bu hadis-i şerif de, kitap getiren resullerin nebilere göre daha az olduğunu göstermektedir. Nebilerin çok olması, resullerin dinlerini yaymalarından dolayıdır.

___________
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=454

Blog Listem

  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    5 ay önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    9 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    13 yıl önce
  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    13 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    14 yıl önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    15 yıl önce