Osmanlı Devleti'nde mutlak monarşiden anayasalı monarşiye geçişi belirleyen ve meşrutiyet reşiminin temellerini atan anayasadır.
Osmanlı Devleti'nin Rusya ile savaş hazırlıkları içine girdiği sırada Sultan II. Abdülhamid tahta geçti (31 Ağustos 1876). İç ve dış sorunların giderek ağırlaştığı bir sırada Mehmed Rüştü Paşa'nın sadrazamlıktan çekilmesi üzerine II. Abdülhamid, Mithad Paşa'yı bu makama getirmek zorunda kalmıştı.
Mithad Paşa, Avrupa devletlerine verdiği sözü yerine getirerek anayasal düzene geçilmesini savunuyor, uluslararası konferans ve benzeri müdahalelerin ancak bu yolla önlenebileceğini ileri sürüyordu. Padişah, Mithad Paşa'nın hazırladığı "Kanın-ı Cedid" adlı anayasa taslağı yerine, Fransız Anayasası'nı çevirtip nazırlarına inceleterek ikinci bir taslak hazırlattı. Anayasayı hazırlamakla görevli 28 kişilik Cemiyet-i Mahsusa'nın düzenlediği son taslak Heyet-i Vükela'da (Bakanlar Kurulu) kesin biçimini aldıktan sonra padişahın bir hatt-ı hümayunuyla kabul edildi (23 Aralık 1876).
Temsili bir organdan yada meclisten değil, padişahın tek yanlı iradesinden kaynaklanan Kanun-i Esasi bu bakımdan bir ferman anayasasıdır. Meşruti bir rejim öngörmekle birlikte, teokratik Osmanlı monarşisinin geleneksel ilke ve kurumlarını anayasa hükmü haline getirmeye öncelik verir. Saltanat hakkı Osmanoğulları soyuna aittir ve umumun kefaleti altındadır. Geleneksel yetkilerinin büyük bölümünü sürdüren padişah hukuken sorumsuzdur. Devletin dini İslam'dır; padişah aynı zamanda halifedir ve şeriat kurallarını uygulatır, yasalar din kurallarına aykırı olamaz, şeyhülislamlık makamı ve şeriye mahkemeleri anayasada öngörülmektedir.
Yasama ve yürütme organ ve yetkilerini birbirinden açıkça ayırmayan Kanun-ı Esasi sistemi yürütmenin, özellikle de padişahın üstünlüğü ilkesine dayalıdır. Sadrazamı, nazırları ve şeyhülislamı padişah seçerek atar; vekiller meclise değil padişaha karşı sorumludur. Yaşama organı sayılan Meclis-i Umumi'nin toplantı döneminin kısaltılmasına, uzatılmasına ya da seçimlerin yenilenmesi kaydıyla feshine karar vermeye padişah yetkilidir. Meclis-i Umumi'nin senato kanadı durumundaki Heyet-i Ayan'ın üyelerini de padişah atar.
Padişahın kişiliği kutsaldır; işlem ve eylemlerinden ötürü hukuki ya da cezai sorumluluk altında değildir; anayasaya bağlılık yemini etmesi bile öngörülmemeiştir. Heyet-i Ayan ve seçimle gelen Heyet-i Mebusan üyeleri anayasaya değil, padişaha sadakat yemini ederek göreve başlarlar. Heyet-i Vükela'nın, kendi gündemini belirlemesi ve aldığı kararları uygulatabilmesi için de padişahın izni ve onayı gerekir. Meclisler de ancak kendi alanlarına giren sınırlı konularda ve padişahın izniyle yasa önerilebilir. Padişahın yasaları veto etme yetkisi de vardır.
Ayrıca Heyet-i Ayan padişahın haklarını korumakla yükümlüdür. Heyet-i Vükela ile Heyet-i Mebusan arasında uyuşmazlık çıkması ve Heyet-i Mebusan'ın görüşünde iki kez direnmesi durumunda da padişah altı ay içinde yeniden toplanması koşuluyla meclisi feshedebilir. Meclislerin toplantıda olmadığı dönemlerde ülke, yasa hükmünde özel kararlarla yönetilebilirdi.
Kanun-ı Esasi sistemi gerçek bir meşrutiyet ya da anayasal düzen sayılmaz. Anayasa düşüncesinin somutlaşması, yasama meclislerinin ve temsili sistemin oluşması, bütün kısıtlamalara karşı (örn:113. maddeyle padişaha tanınan sürgün yetkisi) bazı hak ve özgürlüklerin bir anayasal metinde yer alması, yargı bağımsızlığını ve güvencelerini sağlamaya yönelik ilkelerin düzenlenmesi vb. noktalar Kanun-ı Esasi'nin Osmanlı devlet düzenine önemli katkıları olmuştur.
Kanun-ı Esasi'nin öngördüğü yasama organı 19 Mart 1877-16 Şubat 1878 arasında bazı aralıklarla toplam beş ay görev yaptı. Ama özellikle eleştirici davranışlarıyla tutucu çevrelerin ve padişahın tepkisini çekti. Bunun üzerine Rusya ile yapılan savaşı bahane eden II: Abdülhaid, Meclis-i Umumi'yi tatil etti ve bir daha toplantıya çağırmadı ve Kanun-ı Esasi 1908'e kadar hukuken yürürlükte kalmakla birlikte uygulamadan düştü.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ile yeniden yürürlüğe girdi ve 31 Mart Olayı'ndan sonra yeni değişiklikler yapıldı (22 Ağsutos 1909). Buna göre 21 madde değiştirildi ve üç yeni madde eklenerek gerçekten meşruti ve parlementer bir sistem oluşturuldu. Yapılan değişikliklerle; padişah anayasaya bağlılık yükümlülüğü altına girdi. Hükümet padişaha değil meclise karşı sorumlu olacaktı. Hükümet ve Heyet-i Mebusan bağımsız kişilik kazandı, yasama ve yürütme ilişkileri dengeli duruma getirildi, kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsendi, padişahın mutlak veto yetkisi kaldırıldı. Ayrıca dernek kurma, toplantı vb. özgürlükler tanındı, 113. madde kaldırıldı.
II. Meşrutiyet'in çalkantılı siyasal süreçlerinde başka değişikliklere de uğrayan Kanun-ı Esasi, özellikle I. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra fiilen tek parti durumuna gelen İttihat ve Terakki'nin yönetim süresince uygulanmadı. Ama Kurtuluş Savaşı döneminde, hatta 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun çıkarılmasından sonra bile Kanun-ı Esasi'nin yeni anayasaya aykırı düşmeyen hükümlerinin yürürlükte kalacağı düşüncesi benimsendi. 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 1921 Anayasası'yla birlikte Kanun-ı Esasi'yi de kesin olarak yürürlükten kaldırdı.
FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE
-
2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM.
İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE
SATTI.>>https://yo...
1 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder