بسم الله الرحمن الرحيم

30 Ağustos 2007 Perşembe

Hak Din

(FÂTİHA suresi 3. ayet):

الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ

O, rahmândır ve rahîmdir.

(EN'ÂM suresi 70. ayet):

وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللّهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لاَّ يُؤْخَذْ مِنْهَا أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُواْ بِمَا كَسَبُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ

Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.

(ŞÛRÂ suresi 8. ayet):

وَلَوْ شَاء اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِن يُدْخِلُ مَن يَشَاء فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُم مِّن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ

Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.

(ŞÛRÂ suresi 9. ayet):

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِي المَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? Halbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir.

(ŞÛRÂ suresi 21. ayet):

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.

(BEYYİNE suresi 4. ayet):

وَمَا تَفَرَّقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَةُ

Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler.

(BEYYİNE suresi 5. ayet):

وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ

Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.

Dua İbadettir

İBADETİN ÖZÜ DUA ETMEKTİR
Her insan mutlaka inandığı Rabbine DUA eder.
Bütün ibadetler DUA'dır.
Ey insan ala kulli hal öleceksin.Tedarik ve tedbirli ol.Zannetmeki bu dünya bakidir.Belki bakii zül zelal olan Allahın imtihanındasın.İmtihanı kazanabilmek için,Kuran Ve sünnetin dediklerini yapmak zorundasın.

29 Ağustos 2007 Çarşamba

ABD’nin Gülü,ABDullah Gül

ABDullah Gül,Seçildi.
Sevmem önemli değil,Çünkü dönekleri sevmiyorum.
Bir zamanlar.Bir insanın iki dini olmaz diyenler.Şimdi iki din sahipliği yapıyor.Laik Demokrasiyi dinsizlik olarak niteliyenler,şimdi islamı dışlıyorlar.Bu seçimden en çok kârlı çıkanlar AB ve ABD memnun oldu.
ABDullah,şimdi Köşkte,saltanat sürecektir.
ABD’nin sayesinde.

26 Ağustos 2007 Pazar

Açlık

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ


(BAKARA suresi 155. ayet):

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.

(MÂİDE suresi 3. ayet):

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلاَّ مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَن تَسْتَقْسِمُوا بِالأَزْلاَمِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن دِينِكُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah'a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
____________________________

Zarar ve Fayda veren Allahdır

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

(MÂİDE suresi 76. ayet):

قُلْ أَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا وَاللّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

De ki: Allah'ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah'tır.

(EN'ÂM suresi 71. ayet):

قُلْ أَنَدْعُو مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَنفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلَى أَعْقَابِنَا بَعْدَ إِذْ هَدَانَا اللّهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطِينُ فِي الأَرْضِ حَيْرَانَ لَهُ أَصْحَابٌ يَدْعُونَهُ إِلَى الْهُدَى ائْتِنَا قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَىَ وَأُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ

De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: "Bize gel! " diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkârcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir.

(A'RAF suresi 188. ayet):

قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا إِلاَّ مَا شَاء الّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لاَسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَاْ إِلاَّ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."

(YÛNUS suresi 18. ayet):

وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَـؤُلاء شُفَعَاؤُنَا عِندَ اللّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللّهَ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلاَ فِي الأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir."

(YÛNUS suresi 49. ayet):

قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ إِذَا جَاء أَجَلُهُمْ فَلاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ

De ki: "Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.

(YÛNUS suresi 106. ayet):

وَلاَ تَدْعُ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَنفَعُكَ وَلاَ يَضُرُّكَ فَإِن فَعَلْتَ فَإِنَّكَ إِذًا مِّنَ الظَّالِمِينَ

Allah'ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun.

(RA'D suresi 16. ayet):

س قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُم مِّن دُونِهِ أَوْلِيَاء لاَ يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ أَمْ جَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء خَلَقُواْ كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

(Resûlüm!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.



Ayetler


20 Ağustos 2007 Pazartesi

Mezhep ve Fırkalar

Müslümanları düşünce, kanaat ve gayelerinde bir araya getirip birleştirmek İslam'ın en büyük hedeflerinden biri olduğu gibi, İslam'ın kuvvetlenmesini, kalkınmasını ve ilerlemesini sağlayan önemli bir faktördür. Aynı zamanda bu yaklaşma her yerde ve her zaman müslürnan topluluklarının yararlarınadır.
Bu yaklaşmaya yapılan çağrı, bazı art niyetlerden uzak ise ve bu yaklaşmadan hasıl olacak faydayı, ortaya çıkan zarar kapatmıyorsa hiç şüphesiz her müslümanın bu çağrıya koşması ve bu yaklaşmanın başarısı için çalışması gerekir.
Son senelerde bu çağrı hakkında söyle nenler o kadar arttı ki, bu çağrı ve hakkında söylenenler, dört mezhep bağlısı Ehl-i Sünnet'in en büyük merkezi olan Ezher'i dahi etkiledi. Salahaddin Eyyubi'den beri takip ettiği sistemi aşan bir tavırla bu mevzuyu ele aldı. Başta İmamiyye Şiası olmak üzere dört mezhebin dışındaki mezhepleri tanıma işine koyularak onlara yaklaşma işini başlatıp yıllardır takip ettiği çizgiden çıktı Onun için bu tehlikeli mevzu; meseleyi, doğacak aksaklıkları ve neticeleri müdrik kimselerin araştırma, inceleme ve tartışmasına muhtaçtır.
İhtilaf mevzuu dini meselelerin hallinde doğru sözlü, ileri görüşlü ve istikamet sahibi olmak gerekir. Bu meseleleri araştırmaya teşebbüs edenler de meselelere sokuşturulan şeyleri çok iyi bilmesi, Allah için samimi olarak çalışması, araştırma ve hükümde insaflı olması gerekir ki çalışmanın gayesi gerçekleşsin ve faydalı neticeler elde edilsin inşaallah.
Başarı sebeplerinin en kuvvetlisi iki taraf veya mevzuyla ilgili taraflar arasında karşılıklı anlayış bu konuda -ve bu konuyla ilgili her hususta- mülahaza ettiğimiz ilk şeydir. Bu mülahazaya Ehli Sünnet ve Şia'yı yaklaştırma meselesinden bir misal verelim :
Şia ve Ehli Sünnet'i yaklaştırmak için Şii bir devletin resmi bütçesiyle Mısır'da bir merkez açtığı görüldü. Bu cömert Şii devleti bu gibi merkezi kendi propaganda ve yayılma yerleri olan Tahran, Kum, Necef, Cebel Amil veya benzeri merkezlerinde değil Ehli Sünnet merkezinde açarak kendi mezhep müntesiplerine göstermediği cömertliği bize göstermiş oldu. Bu cömertlik bir defa değil muhtelif asırlarda tekrar etmiştir. Bu gayeyle gönderdikleri davetçiler mezhepler arası birleşme ve yakınlaşmayı sağlamaya değil kendi mezheplerini yaymaya çalışmışlardır. Bu çalışmalar neticesinde Irak'ta Şii'ler azınlıkta Sünni'ler çoğunlukta iken Şii'ler çoğunlukta Sünni'ler azınlıkta kalmışlardır. Celal Es-Suyuti zamanında bu maksatla İran'dan Mısır'a bir davetçi gelmiştir ki Suyuti bu davetçi sebebiyle "Miftah ul-Cenneti fil-i'tısam bis-Sünneti" (Cennetin Anahtarı Sünnete Bağlanmakladır) isimli risalesini yazmıştır, "EI-Havi lil-Fetava" isimli kitabında bu davetçiye işaret etmiştir (Müniriyye Matbaası Cilt: 1. Sh. 330).
Yukarda ismi geçen Şii propaganda merkezlerinden son senelerde yaklaşma fikrini yıkıcı, engelleyici kitaplar çıkmıştır. Misal olarak Necef ulemasının uç cüz halinde neşrettikleri "Zehra" isimli kitabı zikredebiliriz. Bu kitapta Müminlerin Emiri Hz. Ömer b. Hattab'ın erkek suyundan başka şifası olmayan bir hastalığa müptela olduğunu yazmışlardır Bunu Cezayir uleması başkanı olan EI-Beşir El-İbrahim Irak'a yaptığı ilk ziyaretinde görmüştür. Bu misli mezhep taassubuyla hareket eden kirli ruhlar yaklaşma fikrine bizden daha ziyade muhtaçtırlar Yok eğer Ehli Beyt'e onlar daha ziyade bağlı -iddialarına göre - olduklarını ileri sürerek aramızdaki esas ayrılma noktasının Ehli Beyt'e olan sevgileri ise nasıl oluyor da İslam'ın omuzlarında yükseldiği Ashabı Kiram hakkında bu derece kin besliyorlar ve Hz Ömer hakkında bu kirli sözleri söyleyebiliyorlar. Mezhepleri yaklaştırma meşalesinde önce Şia'nın İslam'ın ilk büyükleri hakkındaki kinlerini hafifleterek ve Ehli Sünnet'in. Ehli Beyt'e gösterdiği sevgiye, onlara karşı saygı görevlerinde kusur etmemelerine teşekkür ederek başlamaları gerekirdi. Ehli Sünnetin su kadar kusuru var ki, bizler; Ehli Beyt'i Allah'ın yanı sıra ilah edinmemiş onlara tapınmamışızdır. Kendilerinin bu katılıkları karşısında bizden yumuşama bekleyerek yaklaşmamızı istiyorlar.
Yaklaşma ve anlaşması istenen noktada iki tarafın da anlayış göstermesi şarttır. Yoksa zıt kutupların bir araya gelmesiyle anlayış gerçekleşmez. Ve bu çağrı, çağrı olmaktan ve bugün olduğu gibi iki tarafın değil bir tarafın bu işi gerçekleştirmesi için çalışmış olmasından öteye geçemez.
Yaklaştırma merkezinin propagandası Şii merkezlerinde kurulmadan sadece Ehli Sünnet'in merkezi olan Mısır'da kurulamayacağı gibi, mezhepleri yaklaştırma dersi Şu okullarında okutulmadıkça Ehli Sünnet okullarında da okutulsun denemez Yok eğer şimdi olduğu gibi bunu bütün taraflar değil de sadece bir taraf yaparsa bundan başarı beklenemez. Tabii bundan hiçte iyi olmayan bazı aksulameller ortaya çıkmazsa…
Bu yaklaşma meselesinin en gülünç tarafı da esası bırakıp teferruat ile ise başlanmasıdır

Şianın Muhalefeti

İslam Hukuku Ehli Sünnet ve Şia nezdinde iki tarafın müştereken kabul ettiği esaslara dayanmamaktadır. Şia'nın hukukta kabul ettiği esaslar Ehli Sünnet imamlarının kabul ettiği esaslar değildir. Teferruata gitmeden önce her iki taraf arasında bu esaslar üzerinde anlaşma sağlanmadıkça, her iki taraf ilmi müesseselerinde bu esaslar ve usul hakkında gerekli birleştirici çalışmalar yapmadıkça teferruatla vakit öldürmekte hiç bir fayda yoktur. Usul derken Fıkıh usulünü (asıllarını) değil her iki tarafça kabul edilen dinin temel esaslarını kastediyoruz.


TAKİYYE MESELESİ

Samimi olarak karşılıklı anlaşmanın ilk engeli "Takıyye" diye isimlendirdikleri inançlarıdır. Zira bu dini inanç onlara inanmadıkları şeylere inanmış gibi görünmelerini mubah kılmaktadır. Anlaşma istemedikleri halde istiyormuş gibi görünmeleri bizim saf kalblilerimizi aldatabilir Çünkü onlar anlaşmaya razı olmadıkları gibi bu anlaşmayı kendi saflarına katılmakta olduğunu görürler ve zerre kadar kendi taassuplarından vazgeçmezler Takıyye ocakları temsilcileri bizleri anlaşmaya doğru adım attıklarına ikna etseler dahi Şia taifesinin hepsi, üst tabaka olsun, avam tabakası olsun bu gülüne oyunun temsilcilerinden ayrı kalacak ve onların kendileri namına konuşmalarını kabul etmeyeceklerdir

KUR'AN-I KERİM'E İTİRAZLARI

Birliğe yaklaşma hususunda onların ve bizim ortak kaynağımız olması gereken Kur'an-ı Kerim'i dahi kabul ettikleri din esaslarına göre, Sahabe (RA)'ın Peygamber (SAV)'den anladığının tam tersine yorumlamakta ve ayetlerin manalarını saptırmaktadırlar. Bunun da ötesinde Necef ulemasının büyüklerinden birisi olan Hacı Mirza Hüseyin b Muhammed Takıyyin-Nuri Et-Tabersi ki Şia bu alime çok saygı duyar ve severdi. Hatta öldüğünde (1320) onu Necef'te en mukaddes saydıkları EI-Meşhed el-Murtazavi binasında Sultan Nasır Lidinillah kızı Banu el-Uzma'nın odasına defnetmişlerdir. İşte bu Necefli alım 1292 senesinde imam Ali'ye nispet ettikleri kabrin yanı başında "Fasl-ul-Hıtab fi ispati Tahrifi Kitab-i Rabbil-Erbab" (Rabler Rabbinin Kitabını Tahrifi ispatta Son Söz) isimli kitabı telif etmiştir. Bu kitapta çeşitli asırlarda yaşamış Şia ulema ve müçtehidlerinin Kur'an-ı Kerim'in eksiltildiğine, bazı ayetlerin çıkarılıp bazı ilaveler yapıldığına dair yüzlerce nass ve delillerini zikretmiştir. Bu kitap İran'da basıldığında gurultu koparmışlardı Çünkü onlar Kur'an hakkındaki bu şüpheye düşürücü inançlarının kendi üst tabakalarında ve muteber kitaplarında dağınık olarak kalmasını istiyorlardı Bu inançlarını ortaya koyan delilerin bir kitapta toplanıp binlerce basılarak hasımlarının eline geçmesini ve aleyhlerinde delil olmasını istemiyorlardı. Şia ileri gelenleri bu düşüncelerini açıklayınca müellif ölmeden iki sene önce kitabını müdafaa için bir reddiye kitap daha yazdı ve "Reddu Ba'zı ş-Şübuhat an Fasl-ıl-Hıtab fi ispatı Tahrifi Kitabı Rabbil-Erbab" (Rabbler Rabbinin Kitabını Tahrifi ispatta Son Söz Kitabı Üzerindeki Şüphelerin Bazılarına Cevap) diye isimlendirdi. Bu Kur'an'ın muhraref olduğunu ispat eden çalışmasına mükafat olarak onu Necef'deki (kendilerince) mukaddes mekana defnettiler
Bu Necefli alimin Kur'an'da noksanlık olduğunu beyanlarından birisi "Velayet Si!resi" ismini verdikleri surenin Kur'an'da bulunmamasıdır. Bu surede Hz Ali'nin velayeti zikredilmektedir Surenin baş kısmındaki ayet: "Ey sizleri doğru yola götürsün diye size gönderdiğimiz Peygamber ve veliye inananlar., vs." Sayfa : 180.
Mısır Adalet Bakanlığı uzmanlarından Muhammed Ali Suudi buna muttali olmuştur Muhammed Abduh'un ileri gelen talebelerinden biri de, Müsteşrik Brayn, İran basımlı bir mushafta aynı sureyi görmüştür Bu mushafta ayetlerin üzerine Fars'ça tercüme yapılmıştır. Kur'an'da tahrif olduğunu Tabersi meşhur kitabında yazdığı gibi, aynı iddia Muhsin Fani EI-Keşmiri'nin farsça yazdığı "Debistan Mezahib" isimli kitabında da vardır Bu kitap İran'da defaatla basılmıştır. Bu uydurma sureyi Müsteşrik Noldke "Tarihul-Masahıf" isimli kitabında (cilt: 2. Sh : 102) Debistan Mezahib'den nakletmiştir Ve EI-Asyaviyye el-Fransiyye gazetesi de 1342 senesinde 431-439 sayılarında neşretmiştir.
Necef'li alim Kur'an'ın muharref olduğunu Velayet suresinin çıkarıldığıyla ispat ederken "EI-Kafi" isimli kitaplarının 289 uncu sayfasındaki (1278 Iran baskı) şu satırları nakletmiştir : (Kafi kitabı Şia'nın muteber hadis kitabıdır. Bizdeki Buhari'ye olan itimadımız onlarda bu kitabadır).
"Bizimkilerden birkaçı Sehl b. Ziyad'dan. o da Muhammed b. Süleyman'dan, o da bazı arkadaşlarından, onlar da Ebu-l-Hasan (A.S.)'dan (Yani ikinci Ebul Hasan 206 senesinde vefat eden Ali b. Musa Er-Rıza) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Ona, sana canım feda olsun, bizler Kur'an'da öyle ayetler işitiyoruz ki bizde işittiklerimiz gibi değil ve sizden bize ulaştığı gibi de okuyamıyoruz. Bunun için günahkar olur muyuz? Dedi ki: Hayır, nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun. Zira size onu öğreten birisi gelecektir."
Bu söz Şia'nın, imamları Ali b. Musa Rızaya uydurdukları bir şey olduğunda şüphe yoktur. Fakat bunun manası onlara göre Osman mushafından öğrenilip okunmasının günah olmadığına dair bir fetvadır. Soma Şia'nın ileri gelenleri birbirlerine hangi kısmın kandı imamlarınca var olduğunu, hangi kısmın çıkarıldığını öğreteceklerdir.
Şia'nın Takıyye inancına göre gizledikleri Kur'an'ları ile Müslümanlar arasında yaygın olan Hz. Osman Mushafı'nın farkını beyan etmek için Tabersi yukarda ismi geçen kitabını yazmıştır. Yine Şiq Takıyye inancı gereği bu kitabı kabul etmediklerini söyleseler de, bu kitap muteber kitaplarındaki alimlerinin yüzlerce görüşünü topladığından onların Kur'an' m tahrif edildiği inançlarını ispat etmektedir. Kur'an hakkındaki bu inançların yayılarak aleyhlerinde kullanılmasını istememektedirler
Onlara göre iki Kur'an vardır. Birisi ortada yaygın olan diğeri ise gizli olan hususi Kur'an işte bu gizli Kur'an Velayet suresini de içine almaktadır Bu gizli Kur'anı imamları Alı b. Musa Rıza'ya isnat ederek uydurdukları "Nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun Zira size onu öğreten birisi gelecektir" sözünden çıkarıyorlar
Şia'nın iddialarından biri de, inşirah suresinden "ve caalna Alıyyen sıhrake" (Ali'yi sana damat kıldık) diye uydurdukları bir ayetin çıkarıldığıdır inşirah suresinden böyle bir ayetin çıkarıldığını iddia ederken bu surenin Mekki surelerden olduğunu, Hz Ali'nin ise Mekke'de iken Peygamberimiz'e damat olmadığını bildikleri halde utanmadan bu iddiayı sürdürürler Mekke'de Peygamberimizin tek damadı EI-As b. er-Rabı' el-Emevi'dir. Resulullah (SAV); Hz. Ali. Ebu Cehil'in kızıyla evlenmek istediğinde Hz. Fatıma babasına (SAV) şikayet etmişti de Resulullah (SAV) de Medine'deki mescidinin minberinde As b Rabı'ı methetmişti Hz Ali Resulullah'ın bir kızını almışsa Hz Osman iki kızını almak suretiyle Resulullah'a (SAV) yaklaşmıştır. Hatta ikincisi de vefat edince Resulullah (SAV) ona "Eğer bir üçüncü (kızımız) olsaydı seni onunla evlendirirdik " buyurmuştur.
Şii alimlerinden Ebu Mansur Ahmed b Ali b Ebi Talıb Et-Tabersi (588 senesinde vefat eden İbnu Şehr Âşub'un hocalarından bindir) "İhticac ala Ehli-Lucac" isimli kitabında Hz Ali'nin zındıklardan birine (ismini zikretmiyor) şöyle dediğini söylüyor : Senin bana isyanın, karşı gelmen "Vein hıftum ella tuksitu fılyetama fenkıhu ma tabe lekum mınennisa" (Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlendiğinizde onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız hoşunuza giden başka kadınlarla iki. üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz) ayetine aykırıdır Yetim kızlara adaletli davranmak başka kadınlarla evlenmeye benzemez. Bütün kadınlar da yetim değildir. Daha önce söylediğim gibi o ayetteki "filyetama" kelimesi ile "fenkihu" kelimesi arasında Kur'an'ın üçte birinden fazlasına denk miktarda ayet münafıklar tarafından Kur'an'dan çıkarılmış
Ebu Mansur burada münafıklar sözüyle Resulullah'ın (SAV) ashabını kastetmektedir.
Bu ashab Kur'an'ı toplamış ve Osman mushafının yazmasıyla bizzat Ali b Ebi Talıb halifeliğinde uğraşmıştır "El-ihticac ala Ehli Lücac" isimli kitapta Hz Ali'ye nispet edilen bu uydurma söz hakikaten Hz. Ali'den sadır olsa bu onun İslam'a ihaneti demektir Kur'an'ın üçte biri gibi bir bölümünü saklıyor. En azından halifeliği zamanında saklı olan kısmı insanlara tebliğ etmiyor ve onunla ameli terk ediyor demektir Halbuki halifeliği zamanında onun önünde bunları yapmakta hiçbir engel yoktu. Kur'an'dan bu miktar ayetleri kendi rızası ile isteyerek saklaması (haşa) nifak demektir. Hz Ali'ye bu sözleri isnat eden Ebu Mansur et-Tabersı bu kitabıyla aslında Hz Ali'ye ihanet ve küfür damgası vurarak bütün ashabı kiramı münafıklıkla suçlamaktadır.

Hz. ALİ'YE DAHİ İFTİRALARI

Yukarıdaki iddia Hz Ali'nin halifeliği boyunca elinde imkan olduğu halde Kur'an'dan çıkarıldığını iddia ettikleri kısmı açıklamaması ve onunla insanları amel etmeye davet etmemesi iftirasının delilidir.

MİSYONERLERİN SEVİNCİ

"Fasl-ul-Hıtab fi İspati Tahrifi Kitabi Rabbi-l-Erbab" isimli kitap Iran. Necef ve diğer bölgelerde yayınlandığında Hristıyan misyonerler bu kitabın neşrine sevinerek kendi dillerine çevirdiler Çünkü bu kitap Kur'an'ın muharref olduğunu beyan ediyordu Bu da misyonerlerin tam arzuladığı bir şeydi Bu durumu Muhammed Mehdi isfahani el-Kazımı "Ahsenul-Vedia" isimli (Ravzatul Cennat isimli kitabın zeylidir) kitabının ikinci cild sh. 90'da zikretmiştir
Şia'nın Buhari'si EI-Kafi (1278 İran baskı sh 54) de iki sarih nass vardır. Şöyle :
"Cabir El-Ca'fi'nin şöyle dediği rivayet olunur: Ebu Cafer (Aleyhisselam)'ı şöyle derken işittim : KUR'AN'IN İNDİRİLDİĞİ ŞEKİLDE TOPLANDIĞINI YALANCILARDAN BAŞKASI İDDİA ETMEMİŞTİR ONU İNDİRİLDİĞİ GİBİ ALİ B EBİ TALİB VE ONDAN SONRAKİ İMAMLARDAN BAŞKASI HIFZEDİP TOPLAMAMIŞTIR."
Şia nezdinde bizdeki Sahihi Buhari kadar değerli olan bu Kafi kitabını her Şii okur ve bu nassa da iman eder. Biz de deriz ki : Şia kesin olarak Ebu Cafer'e iftira etmektedir Zira Hz. Ali (RA) Kufe'deki hilafeti müddetince Hz Osman (RA)'ın topladığı mushaftan başka bir şey ile amel etmemiştir. Ve başka bir mushaf neşretmemiştir. Şayet elinde başka bir mushaf olsaydı onu en azından halifeliği zamanında neşreder onunla amel edilmesini emrederdi. Eğer kendisinde başka bir mushaf var "e bunu da müslümanlardan sakladıysa o zaman Allah'a. Peygamberine ve İslam dinine ihanet etmiş olurdu
İmam Ebu Cafer Muhammed el-Bakır'dan bu çirkin sözleri duyduğunu söyleyen Cabir el-Ca'fi, Şia'ya göre ne kadar güvenilir olsa da Ehli Sünnet nezdinde yalancı olarak bilinmektedir. Ebu Yahya el-Hamani dedi ki, Ebu Hanife'nin şöyle söylediğini işittim : Gördüklerim arasında Ata'dan daha faziletli. Cabir el-Ca'fi'den daha yalancı kimse görmedim. (Mecelletül-Ezher, Sayı : 308, Sene : 1372)
Yukarıdaki nasstan daha korkuncu aynı kitapta (Sh. 238, 1381 Baskıda, Sh 57, 1278 Iran baskısı) Cafer es-Sadık'dan rivayet edildiğini uydurdukları şu nastır:
"Ebu Busayr'dan rivayet olunmuştur, dedi ki: Ebu Abdullah'ın yanına girdim... Ebu Abdullah (yani Cafer es-Sadık) dedi ki ;
- Bizde Fatıma aleyhisselamın mushafı vardır.
- Fatıma mushafı da nedir? dedim. Dedi ki:
- Sizin şu mushafınız gibi üç misli (büyük bir) mushaftır. Allah'a yemin ederim ki onda sizin şu Kur'an'ınızdan bir harf bile yoktur."
Ehli Beyt imamlarına yapılan bu iftiralar çok eskidir. Bu iftiraları bin sene evvel Muhammed b. Yakub el-Küleyni "el-Kafi" isimli kitapta topladı. Halbuki bu iftiralar Küleyni' den daha eskidir. Çünkü o yalanıyla meşhur olmuş seleflerinden ve Şiiliğin temelini atan mühendislerden rivayet etmektedir
İspanya İslam hükmü altında iken imam Ebu Muhammed b. Hazm orada bulunan papazlarla, kitapları İncil'in muharref olduğu hakkında münazara eder deliller getirirdi. Papazlar da cevap olarak Şia'nın Kur'an'ın muharref olduğuna karar verdiklerini söyleyerek delil getirdiklerinde İbni Hazm onlara şu cevabı vermiştir: ŞİA'NIN İDDİASI NE KUR'AN ALEYHİNE NE DE MÜSLÜMANLAR ALEYHİNE DELİL OLAMAZ? ÇÜNKÜ Şİİ'LER MÜSLÜMAN DEĞİLDİR, (Kitabul Easl Fi-l-Milel ven-Nihal, Cilt: 2, Sh, : 78 ve Cilt : 4, Sh, : 182 İbni Hazm Kahire'deki ilk baskı)


İDARECİLER HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

Dikkat edilmesi gereken noktalardan bin de İmamiyye - İsnaaşariyye Şia'sı (Caferi diye de isimlendirilirler) Peygamberimiz (SAV)' den bugüne kadar Hz, Ali'nin hükümeti hariç bütün hükümetler gayri şer'i olduğu esasına dayanmaktadır. Ve hiçbir Şii'nin bu ana kadar gelmiş hükümetlere samimi olarak bağlanması caiz değildir. Onlara düşmanlık besleyip takıyye yapacaktır. Çünkü hepsi gelmiş geçmiş, gelecek olan ve şu andaki hükümetlerin hepsi gasiptır. Şia dininde seri idareciler itikatlarına göre sadece on iki imamlarıdır, idareyi ele almış olsunlar veya olmasınlar.
Bunların dışında müslümanların idaresini üstlenenler Hz. Ebu Bekir ve Ömer (RA)'dan bugüne kadar ne kadar idareci geldiyse, ne kadar İslam'a hizmet ederse etsinler, İslam hudutlarını ne kadar genişletirse genişletsinler, Allah yolunda ne kadar çalışırsa çalışsınlar onların hepsi müstebittir ve gasıptırlar.

HZ. EBU BEKİR VE ÖMER'E KİNLERİ

Şia Hz, Ali (RA)'dan başka idareyi ele alan herkese Hz Ebu Bekir ve Ömer (RA) dahil lanet ederler, İmam Ebul-Hasan Ali b. Muhammed b Ali b. Musa'ya iftira ederek Hz. Ebu Bekir ve Ömer (RA)'a Tağut demelerini dostlarına öğrettiğini söylemektedirler. Bunu en büyük Cerh ve Tadil kitapları olan "Tenkıhul Mekal fi Ahval'ir-Rical" isimli kitabın yazarı Caferi taifesinin Şeyhi Allame-i Sani Ayetullah el-Mamkani 207 inci sayfada zikretmiştir. (Murtazaviye Matbaası, Necef 1352).
"Es-Serair" kitabının sonunda Muhammed b idris el-Huliy "Mesail el-Rical ve Mükatebetühüm ila Mevlana ebi'l-Hasen b, Muhammed b. Ali b, Musa Aleyhisselam" kitabından Muhammed b. Ali b. Isa meseleleri arasında naklediyor ki Muhammed b. Ali b. Isa şöyle dedi : "Ona yazdım ve Nasıb'ı (Ehli beyte düşmanlık edene verdikleri isim) sordum. Bir kimsenin Nasıb olduğunu Cibt ve Tağut (Hz. Ebu Bekir ve Ömer'i kastediyor)'u üstün tutması ve imamlıklarını sahih itikat gasbetmenin hesabını soracaklar. Çünkü onlara göre İslam'da idare Resulullah (SAV) vefat ettikten sonra sadece onların hakkıdır. Onlardan başkası bu hakka sahip değildir. Mehdi bu tağutları (!) muhakeme ettikten sonra onlara kısası uygular ve her asır için üç bin idareci idam edinceye kadar beş yüzer beş yüzer onları öldürür, Bu hadise onlara göre kıyamette ba's gününden önce olacaktır. Ölenler öldükten ve idam edilenler idam edildikten sonra mahşer için büyük ba's (diriliş) başlar. Bundan sonrası ya cennettir ya da cehennem. Cennet, ehli beyte ve şu yukarıdaki inançları taşıyanlara, cehennem ise Şii olmayan herkese. Şia bu diriltme, muhakeme ve kısasa RİC'AT ismini vermiştir. Bu inanç hiçbir Şii'nin zerre kadar şüphe etmediği temel inançlarından biridir. Bazı saflar Şia'nın bu inançları son zamanlarda terk ettiğini zannetmektedirler ki bu büyük bir hatadır, gerçek ile bağdaşmamaktadır.

ŞİİLİKTEN KOMÜNİSTLİĞE

Şii'ler Safevi devletinden bugüne kadar bu inançlara sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bugün ise ya bu inançlara aynı şekilde sıkı sıkıya bağlılar yahutta çağdaş bir öğretim ile bu hurafelerden vazgeçip komünizme bel bağlamışlardır. Irak'taki komünistler ve İran'daki komünist Tudeh Partisi bağlıları önceleri Şii iken inançlarının batıl olduğunu görerek komünist olan Şiiler'dir. Şiiler de orta yolu takip eden bir yol yoktur. Ya mezhebinin bazı menfaatlerini düşünerek Takıyye yapar veya yine Takıyye ile diplomatik, partisel ve şahsi menfaatları için gizlediklerinin aksini göstermeye çalışırlar.
Ric'at inançlarını bilmen için sana Şii önderlerinden Şeyh-i Müfid diye isimlendirdikleri Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed En Numan'ın "El-İrşad fi Tarihi Hucecillah ala-l-Ibad" kitabında yazdıklarını zikredeyim (Sah. 398 - 402 İran taş baskılı tarihi belli değil, Muhammed Ali Muhammed Hasen el-Külbabki hattıyla basılı). El FazI b. Sazan, Muhammed b. el-Kufi'den o da Vehb b. Hafs'dan Ebu Busayr'ın şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Abdullah (yani Cafer-i Sadık) dedi ki: Kaim (On bir asır önce doğup hâlâ ölmediğini zannettikleri on ikinci imamları. Onlara göre* bu imam kalkacak ve hüküm sürecektir) yirmi üçüncü gece, ismiyle çağrılır. Ve aşure günü kalkar. Muharrem'in onuncu gününde onu Kabe'de rükün ile makam arasında görür gibiyim. Cebrail sağında, Allah için biat" diye nida eder. Şii'ler yeryüzünün dört bir yanından ona biat için gelirler. Yeryüzü onlara durulur bükülür ki kolayca gelsinler O Mekke'den Kufe'ye gelir ve Necef'imizde konaklar sonra da oradan askerlerini diğer şehirlere gönderir.

TAHRİP VE İNTİKAM'A TEŞVİK

Haccal Sa'lebe'den o da Ebu Bekir el Hadrami'den Ebu Cafer (Muhammed Bakır)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kaim aleyhisselamı Küfe Necef'ine Mekke'den beş bin melekle yürüdüğünü görür gibiyim. Cebrail sağında, Mikail solunda mü'minler önünde, askerlerini ülkelere gönderiyor
Abdulkerim el-Ca'fi rivayet ederek dedi ki; Ebu Abdullah'a (Cafer-i Sadık) :
- Kaim aleyhisselam ne kadar hüküm sürecek? diye sordum.
- Yedi sene Seneler uzar, hatta onun senesiyle bir sene sizin on senenize denk olur Hüküm sürdüğü seneler sizin senelerinizle yetmiş sene miktarındadır, dedi. Ebu Buseyr ona:
- Allah seneleri nasıl uzatır? diye sordu. O:
- Allah gezegenlere beklemesini ve yavaş hareket etmesini emreder. Böylece günler ve seneler uzar. Kaim'in gelmesi yaklaştığında Cemaziyel ahire ayında ve Receb'in on gününde mahlukatın eşini görmediği bir yağmur yağar. Allah mü'minlerin etlerini ve bedenlerini kabirlerinde bitkinin bitmesi gibi çıkartır. Onları kabirlerinden kalkınca saçlarının toprağını silkeler vaziyette görür gibiyim diye cevap verdi
Abdullah b. Muğıre, Ebu Abdullah (Cafer-i Sadık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti :
- Âli Muhammed'den Kaim geldiğinde Kureyş'ten beş yüz kişiyi kaldırır ve boyunlarını vurur Bunu altı defa tekrar eder.
- Bunların sayıları bu kadar var mıdır? dedim (Abdullah b Muğıre'nin buna şaşması o zamana kadar Hulefai Raşidin, Emevi, Abbasi ve diğer müslüman idarecilerin sayısı bu sayının onda birine bile vasıl olmamasındandır). Cafer-i Sadık dedi ki :
- Evet onlardan ve onların dostlarından (Başka bir rivayette) Bizim devletimiz devletlerin sonuncusudur. Bizi gördüklerinde "Bizim elimizde hüküm olsaydı biz de bunlar gibi yapardık" dememeleri için onlar bizden önce devlet kurup hüküm sürdüler.
Cabir el-Ca'fi Ebu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etti :Âli Muhammed'in Kaim'ı geldiğinde Kur'an'ın indiği gündeki şekliyle öğretildiği çadırlar kurar. O gün Kur'an'ı ezberlemek bugünkünden daha zordur. (Yani o gün Cafer-i Sadık zamanında bulunan Osman mushafının dışında bir mushaf öğretecek. Çünkü öğreteceği mushaf Şiiler'e göre şu anda bizde bulunan mushaf değildir. Onlara sormak gerekir : Bekledikleri on ikinci imam İslam'a birinci imam kabul ettikleri Hz. Ali'den daha mı vefakârdı. Neden böyle bir Kur'an vardı da Hz. Alı halifeliğinde elinde imkân olduğu halde müslümanlara öğretmedi. Bu inançlarıyla Hz. Ali'ye dahi leke sürmekte, onu ihanetle suçlamaktadırlar.
Abdullah'tan Ebu Abdullah aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti : "Âli Muhammed'in Kaim'i (onikinci imam) geldiğinde Davud aleyhisselamın hükmüyle hükmedecektir.." (Halbuki Allahu Teala bu şekilde hükmü hoş görmemiş ve "Davud kendisini denediğimizi sanmıştı da, Rabbi'nden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanmış tevbe etmiş Allah'a yönelmişti" buyurmuştur. Sad suresi ayet: 24)
Mufaddal b Ömer de Ebu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etti :Kufe'den Musa kavmine mensup yirmi yedi (!) ehli kehfden yedi kişi, Yuşa b. Nün, Süleyman, Ebu Düçane el-Ensari Mikdat ve Malik el-Eşter, Kaim aleyhisselam ile Kufe'den çıkarlar ve onun huzurunda ona yardımcı ve idareci olurlar.
Şu yukarıdaki naslar Alimlerinin en ulusu olan Şeyhi Mufid'den (uydurma olduğunda şüphe bulunmayan) senedleriyle harfiyyen nakledilmiştir. Bu söylenenler ehli beyte yapılan iftiralardır. Ehli beytin en büyük musibeti bu tip insanların kendilerine sahip çıkarak bu türlü yalanları onlara ithaf etmeleridir. Şeyhi Müfid'in bu eseri İran'da basılmıştır.


RİC'AT İNANCI

Ric'at inancı (Müslüman idarecilerin muhakemesi) Şiiler'in temel inançlarından olduğundan alimleri "Emali el-Murtaza" kitabının müellifi Seyyid Murtaza (bu zat Şerif Rıza Şair'in kardeşidir. Aynı zamanda Nehcül Belağa'yı tahrif edip ziyadeler yapıp sahabeye sataşarak kitaba üçte biri kadar ziyadede ortaklık yapan zattır), işte bu Seyyid Murtaza "EI-Mesail en-Nasırıyye" isimli kitabında şunları yazmıştır:
"Mehdi (Âli Muhammed'in Kaim'i diye isimlendirdikleri on ikinci imamları) zamanında Ebu Bekir ve Ömer çarmıha gerilirler. Çarmıha gerildikleri ağaç yaş iken onlar gerildikten sonra kurur."

FİKİRLERİ HİÇ DEĞİŞMEMİŞTİR

Şii büyükleri ve alimleri asırlar boyu Resulullah'ın iki veziri Hz. Ebu Bekir ve Ömer, diğer İslam halifeleri, idarecileri, kumandanları mücahit ve alimleri hakkında bu iğrenç tutumlarında devam edegelmişlerdir.
Yaklaştırma merkezinde çalışan davetçilerini dinledik. Şu yukarıdaki inançlarını araştırmaya vakti olmayanlar o davetçinin dediği gibi bunların eski olduğunu şimdi ise değiştiğini zannederler. Bu zan yalandır, hiledir. Çünkü ilmi merkezlerin hepsinde okuttukları kitaplarda bütün yukarıda saydıklarımız mezheplerinin kaçınılmaz esasları olarak okutulmaktadır. Necef. Iran ve Cebel-i Amil ulemasının zamanımızda telif ettikleri eserler eskilerinden daha kötü, yaklaşmayı ve anlaşmayı yıkmada daha aşın bir tutum içindedir. Buna sabah akşam mezhepleri birleştirme ve yaklaştırmaya çalıştığını ilan etmekte devam eden, Mısır'da ve başka ülkelerde bu fikri taşıyan arkadaşları bulunan Muhammed b. Muhammed Mehdi el-Halisi isimli zat ile misal verelim. Birliğe ve anlaşmaya davette çalışan bu zat "Ihyau'ş-Şeriati fi Mezhebi'ş-Şia" isimli kitabında Hz. Ebu Bekir ve Ömer'in mü'min dahi olmadıklarını yazarak onlardan iman sıfatını dahi kaldırmaya kadar taassubunda koyudur. Bakınız kitabının Cilt: 1, Sn.: 63-64 üncü sayfalarında ne yazıyor: "Ebu Bekir ve Ömer'in; Kur'an'da haklarında Allah'ın kendilerinden razı olduğuna nas bulunan Rıdvan biati ehlinden olduğunu söyleseler de biz deriz ki : Şayet Allahu Teala (Sana biat edenlerden Allah razı olmuştur) yahut (Ağaç altında sana biat edenlerden razı olmuştur) deseydi o zaman kendisine biat eden herkesten razı olduğuna delalet ederdi. Fakat Allah (Sana biat ettiklerinde mü'minlerden razı olmuştur) dediğinden, ayette sadece mü'min diye zikredildiğinden hakikaten iman edenlerden başkasına delalet yoktur."
Bunun manası Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakikaten iman etmemişlerdir. Onun için de ayetin manası onları içine almaz. Bu iki muasır Şii alimi İslam ve müslümanların korunması hususunda müslümanların menfaatlerini ön plana aldıkları davasının müdafileri olduğunu söyleyen bu iki çağdaş Şii alimi yazdıkları eserlerinde Resulullah (SAV)'den sonra müslümanların en üstün ve faziletlisi veya en azından müslümanların en hayırlısı olan Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakkında inançlarını böyle açıklarken mezhepler arasında nasıl bir yaklaşma ve anlayış beklemektedir. Bu adamlar müslümanların kalesinde düşman hesabına çalışan casuslar değil de nedir?
Resulullah'ın ashabını, tabiileri ve Müslüman idarecileri, İslam binasını ayakta tuttukları ve İslam alemine o şerefli günleri yaşattıkları halde bu aşağı derekelere indirirken kendi imamlarına imamlarının dahi kabul etmeyeceği şeyleri ithaf ediyorlar Kafi kitabında Küleyni on iki imama öyle vasıflar ve sıfatlar vermektedir ki imamlar insanlık evsafından sıyrılarak eski cağdaki Yunan tanrıları derecesine çıkarılmaktadır. Kafi ve diğer muteber kitaplarındaki bu vasıfları bir araya toplasak koca bir cilt ortaya çıkar. Onun için biz sadece Kafi kitabındaki konuların (bab) başlıklarını zikretmekle yetineceğiz :
"İmamlar; meleklere, nebi ve resullere verilen ilimlerin hepsini bilirler." Kafi. Sh : 255.
"İmamlar ne zaman öleceklerini bilirler. Ve onlar kendi istekleri olmadıkça ölmezler" Kafi, Sh : 258
"İmamlar olmuş ve olacak her şeyin ilmini bilirler. Onlara hiçbir şey gizli değildir." Kafi, Sh : 260.
"İmamlarda bütün kitaplar vardır ve onları çeşitli dillerde olmasına rağmen anlarlar, bilirler." Kafi, Sh : 227.
"Kur'an'ı imamlardan başkası toplamamıştır. Onlar Kur'an ilimlerinin hepsini bilirler." Kafi, Sh : 228.
"İmamların sahip olduğu şeyler peygamberlerin alametlerindendir." Kafi, Sh : 231
"İmamların durumu ortaya çıkınca Davud ve âli Davud'un hükmü ile hükmederler. Delil istemez ve sormazlar." Kafi, Sh : 297.
"İmamlardan çıkanlar hariç insanların elinde bulunan her şey batıldır, imamlardan çıkmayan her şey de yine batıldır." Kafi, Sh : 399.
"Yeryüzünün hepsi imamındır." Kafi, Sh : 407.

İMAMLARIN GAYBI BİLMESİ

On iki imamlarına bu imamların dahi kabul etmeyeceği sıfatları uyduran Şii'ler bir taraftan imamların beşeriyyetin üstünde bir mertebede olduğunu iddia ederken öte yandan Resulullah (SAV)'ın Allah'ın vahyettiği göklerin yaratılması, cennet ve cehennemin vasıfları gibi gayba dair haberlerini inkar ediyorlar.
Kahire'de yaklaştırma merkezinin çıkardığı Risaletul - İslam dergisi dördüncü senesi dördüncü sayı 368 inci sayfasında Lübnan'daki Şii yüksek mahkeme reisinin kalemiyle bu inkarlarını tescil etmişlerdir. Bu asrın büyük alimlerinden olduğunu kabul ettikleri bu zat "Imamiyye Şiası içtihadlarından" adı al tında bir makale yazmış ve orada müçtehitlerinden Muhammed Hasan El-iştiyani'den "Bahrul - Fevaid" kitabının 267 inci sayfasında şöyle dediğini nakletmiştir:
"Peygamber; abdesti bozanlar, hayz ve nifas ahkamı gibi şer'i hükümleri haber verirse onu tasdik etmek ve haber verdiğiyle amel etmek vaciptir. Eğer göklerin ve yerin yaratılması, huriler, köşkler gibi gayba ait şeylerden haber verirse (bu haberin Peygamberden sadır olduğunun sıhhati) zan yoluyla değil kesin olarak bilinse dahi ona inanmak vacip değildir."
Ne garip değil mi? imamlarına iftira ederek subutu kesin olmadığı halde imamlarının gaybı bildiğine iman ediyorlar ve delaleti kesin olan ayet ve sahih hadislerle sabit olan göklerin yaratılması, cennet ve cehennemin evsafı gibi Resulullah (SAV)'dan sahih olarak gelen gayba dair haberlere inanmamayı kendilerine mubah sayıyorlar. Halbuki Resulullah (SAV)'ın kendi heva ve hevesinden konuşmayacağı ayetlerle sabittir. Resulullah (SAV)'den sahih olarak gelen gaybiyyat ile imamlarına nispet ettiklerini mukayese eden kimse Resulullah'dan Kur'an'da ve mütevatir hadislerde sabit olanların Şiilerin imamları hakkında inandıklarının bir küçük parçasına dahi yetişemeyeceğini apaçık anlar.
Gayb haberlerini rivayet eden Şiiler ehli sünnet Cerh ve Tadil uleması nezdinde yalancı olarak bilinmektedir. Fakat Şiiler buna hiç aldırış etmez ve onların imamlardan rivayet ettiklerini tasdik ederler.
Yaklaştırma merkezinin çıkardığı Risaletü-l-İslam dergisi, Lübnan Şii Yüksek mahkemesi reisi ve müctehidleri Muhammed Hasen el-lştibani Resulullah'dan sahih rivayetlerle sabit olan gayb haberlerine inanmanın vacip olmadığı davasını alkışlıyor ve Peygamberlik görevini abdest hayız nifas ve benzeri fıkhi meselelere hasretmeyi istiyorlar.


İMAMLARIN DERECELERİ PEYGAMBER DERECESİNDEN YÜKSEKTİR

İmamlarının mertebelerini kendisine vahy inen Resulullah (SAV)'ın mertebesinden üstün tutarlarken bunlarla bizim aramızda hangi yaklaşma mümkün olacak bilmiyoruz.
Asırlar boyunca Şiilerin yüksek tabakasında olsun halk tabakasında olsun İslam hükümetlerine karşı eğer hükümet kuvvetli ise menfaat elde etmek için Takıyye inancını kullanarak mühim merkezlere geldikleri ve hükümet zayıfladığında veya hücum edildiğinde hemen aleyhine geçip düşman tarafına intikal ettikleri tarih boyunca Şiilerin her tabakasında mülahaza edilen şeylerdendir
Abbasiler Emeviler aleyhinde ayaklanınca Şia'nın tutumu böyleydi. Hatta Abbasiler'in isyanı, Şiilerin teşvikleriyle olmuştu Aynı şeyi Abbasi devleti Hulagu tarafından tehdit edilince Abbasilere yaptılar İslam halifesine, müslümanların başkentine, ilim ve irfan merkezine karşı putperest Hulagu ile birleştiler.
Şia alimlerinden En-Nusayr et-Tusi Abbasi halife Mutasım'a saçını başını yolarak methiyeler, şiirler yazarken çok geçmeden 655 senesinde hemen aleyhine geçmiş, İslam'ın Bağdad'da bir an önce yıkılmasını gözlemeye başlamış ve maalesef Hulagu'nun yanında yer alarak en ön safa geçmiş, Hulagu ile müslümanların boğazlanmasını kontrol etmiş ve İslam kitaplarının Dicle'de boğulmasına rıza göstermiştir.

EL-ALKAMİ VE İBNU EBİ-L-HADİD'İN İHANETLERİ

Şii şeyhi En-Nusayr et-Tusi'ye bu büyük ihanetleri irtikabında iki arkadaşı daha iştirak etmiştir. Birisi Şii bir vezir olan Muhammed b. Ahmed el-Alkami, diğeri ise Alkami'nin sağ kolu olan Mu'tezile mezhebine mensup Şiiler'i bu hususta geride bırakmış birisi olan Abdulhamid b. Ebi-l-Hadid. Bu zat ömrü boyunca Resulullah'ın ashabına düşman olarak yaşadı. Nehcul-Belağa kitabına İslam tarihini tesvit eden yalanları doldurarak yaptığı edepsizce şerhiyle Ashaba düşman olarak hayat sürdü, İslam'ın mazisindeki gerçekleri İslam'a sokuşturulan fikirleri bilmeyenler bunların yazdıklarına hâlâ kanmaktadırlar. Hatta bazı zeki ve faziletli müelliflerimiz dahi bunlara inanmakta. Halife Mutasım vezir yaparak ikram etmesine, iyilikte bulunmasına karşılık ona ihanet eden İbnu Alkami ihanetini ve iyiliğe karşı kötülükle cevap vererek asıl gizledikleri düşünceleri açığa vurmuştur. Hülagu musibetinde İslam'ın başına gelenlere sevinen Şiiler bu asra kadar İslam'a düşmanlık beslemekte ve bundan lezzet almaktadır. Dileyen Şiiler'in yazdığı bütün Teracim kitablarından En-Nusayr et-Tusi'nin tercüme-i halini okusun. En son telifleri bu hususta EI-Hunsari'nin "Ravzatu-l-Cennat" kitabıdır. Bu kitab Moğolları, hainleri övgü ve İslam'ın başına gelenlere sevindiklerini beyanla doludur. Büyüğü küçüğü bütün Şiiler'in Müslümanların katliamıyla ferahladıkları, çocuk ihtiyar demeden Müslümanların öldürülmesine en azılı düşman dahi sevincini gösteremezken, kalbi vahşi hayvanlardan daha sert olanlar dahi utanırken Şiiler'in bu duruma sevindiklerini beyanla doludur.
Bu mevzuyu kısa tutmak isterken yine uzadı. Biz, Şiiler'in muteber kitaplarından nakiller yaparak kısa tutmak istemiştik. Bu mevzuyu yaklaştırma konusuyla ilgili bir nakil yaparak bitirelim de her müslüman bu tip mezheplerle özellikle de Şiiler'le yaklaşmak ve anlaşmanın nasıl imkansız olduğunu görsünler. Bu onların sarih itiraflarıdır:
"Ravzatu-l-Cennat" kitabında Şii önderlerinin tarihçiliğini yapan EI-Hunsari, En-Nusayr Et-Tusi'nin tercüme-i halini yazarken naklet tiklerinden birisi de sayfa 579'da yazdıklarıdır. (1367 İkinci Baskı Tahran). Diyor ki: "Tusi'nin gerçek ve araştırma ürünü olan sözü fırka-i naciyeyi tayin ederken yetmiş üç fırkadan sadece İmamiyye'nin fırka-i Naciye olduğunu beyan ettiği sözüdür. Tusi dedi ki:
"Ben bütün mezhepleri inceledim, ahvalini, fer'i meselelerini tahkik ettim, İmam iye'nin dışındaki tüm mezheplerin iman hususunda - ispatı ve nefyi müsavi olan bazı hususlarda ihtilaf etseler de- müşterek olduklarını gördüm. Sonra, imamiye taifesini hepsine muhalefet eder buldum. Eğer onlardan başkası Naciye olsaydı hepsinin Naciye olması gerekirdi. Bu da gösteriyor ki fırka-i Naciye İmamiye'dir, başkası değildir."

KURTULUŞ EHLİ BEYT'E VELAYET (BAĞLILIK) İLEDİR

EI-Hunsari şöyle diyor: (Yukarıdaki ibareyi naklettikten sonra) Es-Seyyid Nimetullah el-Musevi dedi ki: "Bunun manası bütün fırkalar (Kim lailahe illallah derse cennete girer) hadisine dayanarak şehadeteyni getiren herkesin kurtulacağını söylemektedirler. Bu imamiye fırkası ise kurtuluşun ehli beyte ve onikinci imama bağlanmakta, onların düşmanlarından beri olmakta olduğuna ittifak etmişlerdir. (Yani Hz Ebu Bekir, Ömer ve bütün müslümanlardan, Şia olmayan herkesten teberri edeceksin, alâkayı keseceksin ki kurtulasın). Kurtuluşun yolu olan bu itikadla imamiye bütün mezheplerden ayrılır."

İslam'da Laiklik Yoktur

Laiklik ; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal hayatın dışına itilmesi, din adamları sınıfının devletin siyasal hayatında din adına etkin olmalarının engellenmesi diye ifade edilir.

Buna cevap olarak deriz ki : Laiklik Fransa'da kilisenin ve papazların siyasete karışmasından sonra Rönesanss ile kiliseyi ve din adamlarını devlet yönetiminden uzaklaştırmak için çıkarılmış bir sistemdir . Fakat İslam'da batıda bilinen şekliyle bir " din adamları " sınıfının varlığı söz konusu değildir. Dolayısı ile böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunması söz konusu değildir. Dolayısıyla böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunmalarından ve devletin siyasetinden aktif bir rol oynamalarından söz edilemez.Çünkü böyle bir sınıf yok ki, bu sınıfın icra edeceği fonksiyon kabul veya redde konu olsun.

Bugün içinde yaşadığımız dünyada , İslam adına meydanlara, gazetelere, ekranlara , kürsülere çıkan pek çok alim ,önder , siyasi , akademisyen , maalesef İslam dışı olduğu bizzat kendi taraflarınca bu kadar net bir biçimde ortaya konan laikliği ve demokrasiyi sahipleniyorlar, bunları benimsediklerini söyleyebiliyorlar. Üstelik bazıları daha da ileri giderek bu cahiliyye hükümlerinin Allah'ın dinine de iftira ederek , İslami olduklarını , İslam'la bağdaştıklarını iddia edebiliyorlar .

" Onlar hala cahiliyye hükmünü mü arıyorlar ? Kesin bilgiye inanan topluluk için hükmü Allah'tan daha güzel olan kimdir ? " ( Maide 50 )

Cahiliyyenin anlamı belirgin bir biçimde bu ayette ortaya konulmuştur.Cahiliyye, Allah'ın belirttiği , Kur'an'da ifade edildiği üzere insanların insanlar için hüküm belirlemesi, insanın insana köle kılınması , Allah'a kulluğun bırakılması, Allah'ın ilahlığının reddedilmesi ve de buna karşılık , kimi insanların ilah kabul edilmesi ve Allah'a değil onlara itaat ve ibadet edilmesi, onlara tapılmasıdır. Cahiliyye bir olgudur. Geçmişte yaşanan bu olguyla, bu günde yarın da yine karşılaşılacaktır. Cahiliyyenin niteliği İslam'la çelişmek, İslam'a karşı olmadır.

Allah'ın şeriatını reddeten ; cahiliyye düzenini kabul ediyor, cahiliyyeyi yaşıyor demektir.! "Cahiliyye sistemleri yalnızca putperestlik şeklinde ortaya çıkan ya da buna benzer mitolojik tanrılara tapmak şeklinden ibaret değildir . Kavmiyet ve vatan gibi ad ve şekli değişik olabilir .Başkalarını zorla egemenliği altında tutan diktatör ve tağutlar gibi yeni putlar olabilir , hatta heykel putlar bunların birer sembolü olabilir ."

Günümüzde bütün çağdaş toplumlar , komünst , kapitalist , yahudi , hırıstiyan ve sözde müslüman geçinen bazı toplumlar bir tür cahiliyye toplumunu teşkil etmektedirler. Çünkü Allah'ın varlığına ve birliğine iman ettiklerini ifade etmekle birlikte tevhid akidesinin en önemli esası olan otorite hakkını ,egemenlik, hakimiyet , yetkisini Allah'a vermemektedirler . Hayatlarını düzenleyecekleri kanun ve kuralları koyma yetkisini , hem de mutlak manada , kendi hemcinslerinin oluşturdukları bazı kurumlara parlemento , hükümet ve yargı gibi organlara vermektedirler . hakimiyetin , hüküm koyma yetkisinin mutlak manada "millet"e ait olduğu ilkesini benimsemektedirler.

Sosyal konumu itibariyle kendilerince alt tabakalarda bulunan bir müslüman hanımın başını örtmesine itiraz etmeyenler , başını örten ya da çarşafa bürünen üniversite öğrencisi ya da belli bir kariyer ve kendilerince yüksek bir mevkide olan birisi oldu mu bu sefer devrim krizleri geçirir , laiklik saralarına tutulur, uysal , insan hakları havarisi kesilenler birden bire kırmızı görmüş boğaya dönerler ; hatta bazıları daha da sapıtarak ağızlarından salyalar saçan bir mahluka dönüşürler.

Burjuvalar , tağutlar ,laikler , tahtları ve üst makamları ellerinde bulunduranlar , Allah'ın indirdikleriyle hükmedilmesine kesinlikle karşı çıkacaklardır. Zira Allah'ın indirdiği hükümler uygulandığında , onların yüzlerine geçirmiş oldukları ilahlık maskesi yere düşecek ve ilahlık sadece Allah'a ait olacaktır. Sömürü , zulüm ve haram üzerine kurdukları cahiliyye düzeninde kendilerine maddi çıkar sağlamakta olan sömürücü egemen güçler elbette ki Allah'ın indirdiği hükümlerin uygulanmaması için yırtınacaklardır.

Hüküm koyma yetkisi , sadece ve tek Allah2ın olmalıdır . İlahlığın her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah'a özgüdür. Zira egemenlik yani hakimiyet kanun koyma hakkı ilahlığın özelliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren ister bir birey , bir sınıf , bir parti , ister bir gurup , bir ulus , isterse uluslar arası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun, ilahlığın nitelikleri noktasından , herkesten önce Allah'a savaş açmış demektir.

" De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim .. " (al-i İmran 64)

Bu birbirini Rab edinme olayı en katı dikta rejimlerinin (monarşi ve oligarşi ) en başta gelen özelliği, insanları kendisine taptırma ve kurumlarını , sistemlerini , yasalarını kanunlarını , değer yargılarını ve ilkelerini benimsetmedir .İşte ancak İslam nizamında insan bu boyunduruktan kurtulur . Özgürlüğe kavuşur . Düşüncelerini , düzenlerini ,yaşam biçimlerini , yasalarını ve kanunlarını , değer yargılarını ve ilkelerini yalnız Allah'tan alan bir özgürlüğe kavuşup kula kulluktan kurtulur . İslam nizamında bütün insanlar eşit konumundadır . Cahiliyye de , demokrasi ve laiklikte ise insanlar Allah'ın değil de bazı insanların yaptıkları kanun , kural ve ilkeleri ,onların oluşturdukları meşru ve gayrimeşru ölçüleri benimser, onlara tabi olurlar. Bu Allah'tan başka bu ölçüleri, kanunları koyanları İlah ve Rabb edinmek sonucunu doğurur.

" Yoksa Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara kanun kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı , derhal aralarında hüküm verilirdi . Ve zalimler için şüphesiz can yakıcı bir azap vardır " ( Şu'ra 21 )

" Şimdi sen , kendi hevasını İlah edinen ve allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı , kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü ?.."( casiye 23 )

Bu ayet ve tefsirinden anlaşıldığı üzere , hayatlarını düzenlerken Allah'ın değil de hevalarını esas almaları , hevalarını ilahlaştırmak şeklinde nitelendirilmektedir.

"Allah ve Rasulu ,bir işte hüküm verdiği zaman , artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur . Kim Allah'a ve Rasulune karşı gelirse , apaçık bir sapıklığa düşmüş olur ." (Ahzab 36 ) İslam sisteminin temel kurallarından birini , bu sistemin önemli bir ana prensibini açıklamaktadır . Bu ayet insanların hevalarını esas almalarını , Allah ve Rasulunun bir hüküm verdiği konularda , insanların farklı , zıt hüküm koymaya kalkışmalarını temelden yasaklıyor .Laikliği de İslam karşıtı bir cahiliyye olarak dışlıyor.

" Şunları görmüyor musun? Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi?Tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor." ( Nisa 60 ) "Hayır! Rabbine andolsun ki ,aralarında çıkan anlaşmazlıkta ; seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar." ( Nisa 65 )

"Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi.Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler" (Mu'minun 71)

"And olsun ,size öylebir kitab indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?"(Enbiya 10)

Allah'a kulluktan kaçınanlar ,sınırsız mercilere kullukta bulunma zilletine düşerler . Kendileri gibi insanlara kullukta bulunurlar . Onların önünde eğilerek hayatını onların kanunlarıyla , nizamlarıyla , değerleriyle kendileri gibi beşeri güçlere ibadet etme zilletini yaşarlar . Onlar ve bunlar yani yöneten ve yönetilenler Allah'ın önünde eşit oldukları halde birbirlerini Allah'tan başka rabbler edinirler.

"De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim .."(Al-i İmran 64)

"Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir." ( Tevbe 31 )

Bu ayetin tefsirine bakıldığında görülecektir ki Rab edinmenin şeklini açıklayan bi zatihi Rasulullah'ın kendisidir. !

"Tay kabilesi reisi olan Adiyy bin hatem şöyle der. Mekke fethedildiği gün ben Hırıstiyan olduğum için Mekke'den kaçtım .Bacım ise müslümanlara köle oldu . Zamanla rasulullah bacımı serbest bırakarak azad etti . Bacımda islamı tanıdığı için müslüman oldu . Bunun üzerine Mekke dışına çıkarak beni aradı ve akrabalarımın yanında beni buldu ve " müslüman olduğunu , İslam dininin çok güzel bir din olduğunu , islam'ı bize yanlış anlatmışlar, eğer Hz. Muhammed'den özür dileyip müslüman olursan senin için çok iyi olur . Hem mekke senin yurdun , kabile reisi olman itibariyle bir sürü malında vardır.Tekrar söz sahibi olabilirsin " diyerek beni ikna etti . Bende geri geldim .Mescidde Rasulullah'ı etrafında sahabelere "Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler,"Tevbe 31" ayetini okurken gördüm ve boynumda gümüşten bir Hac olduğu halde yanına geldim .Ey Allah'ın rasulu ; ben eskiden Hırıstiyandım ve Hırıstiyanlığı iyi bilirim . Biz hiç bir zaman alimleri , rahipleri rab edinmedik , onlara ibadet te etmedik dedim . Bu ayette Allah (c.c.) ne demek istemiş dedim der. Bunun üzerine Hz. Muhammed : "Ey Adiyy ! çıkar o boynundaki putu ". Bende çıkardım . "Ettiniz Adiyy , ettiniz " dedi. "O rahipleriniz , alimleriniz size Allah'ın kitabına muhalif olarak helal ve haram koymadılar mı ?" Bende evet ya rasulullah ; onlar okumuş kimselerdi, böyle yaparlardı . Bunun üzerine " işte onların bu yaptıkları Rabb'liktir . Sizinde onların dediklerini benimsemeniz , uymanız onlara ibadetinizdir " dedi. "

Evet kardeşler bu ayeti okuyalım , tefsirini bir araştıralım ,sonra bunu günümüzde şekillendirelim . İbadet eden kullar aynı fakat rabb'lik yapan o gün alimler ve rahiplerdi . Bugün ise beşeri düzenlerin hepsi. Yani parlemento , meclis , krallık , vs. vs. Hayat nizamını , devlet yönetimini Allah'ın emrettiği kaynaktan almayanlar, şeytanın gönüllerine vesvese vererek nefs ve hevalarını ilahlaştırarak , yaratılmış akıllarını putlaştırarak , kendileri gibi yaratılmış , tuvalete girdiğinde üç büklüm olup defi hacet yapanlardan alırlar . İşte bu Cahiliyye'nin ta kendisidir . Yüce Rabb'imiz bu meselenin iman ve küfür, İslam ve cahiliyye, şeriat ve nefs meselesi olduğunu bildiriyor .Orta yol yok, uzlaşma yok. İki tarafın arasında barış yok . Müminler bir harfini gizlemeden ve hiç bir şeyini gizlemeden ve hiç bir şeyini değiştirmeden Allah'ın indirdikleri ile hükmedenlerdir . Kafirler , zalimler ve fasıklar da , Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerdir.

İhtilaflar ve Nusayrilik

Bu durumda şeytanlarından birisi olan Beni Nümeyre kölelerinden Muhammed b. Nusayr ortaya Hasan el-Askeri'nin sirdapta (babasının evinde) gizli bir oğlu bulunduğu fikrini ortaya attı ki kendisi ve arkadaşları Şiiler'in halk tabakasından ve zenginlerinden imam adına zekat toplayabilsinler ve böylece de kendilerinin imamiye olduğu iddiasını devam ettirsinler. Bu Muhammed b. Nusayr hayali sirdabın kapısı olmayı hayali imam ile Şiiler arasında zekat toplamak görevini kendisi üstlenmek istedi. Arkadaşları ona muhalefet ettiler ve bab (kapının) Hasan el-Askeri'nin evi yakınında bulunan Hasan Askeri'nin alış veriş yaptığı bir yağcı olmasında ısrar ettiler.

BAB VE SİRDAB HİKAYESİ

Bu anlaşmazlık baş gösterince Muhammed b. Nusayr onlardan ayrılarak kendisine nispet edilen Nusayriyye mezhebini tesis etti. Arkadaşları ise hayali onikinci imamın evlenmesini ondan çocuklar ve torunlar olması hilesini düşünerek imamlığın devam etmesi ve böylece de İmamiye mezhebinin devamı hilesini düşünüyorlardı. Fakat bunun Alevileri kaydeden görevliler tarafından yalanlanacağı, yalan olduğu ortaya çıkacağı anlaşılınca, bunun Abbasiler ve emirleri tarafından anlaşılacağına kanaat getirince onikinci imamın sirdapda kaldığını onun "Gaybubeti Suğra" (Küçük kayboluş) ve "Gaybubeti Kübra" (Büyük kayboluş) olmak üzere sirdabda kaldığını iddia ettiler. Ve bütün müslümanlardan Allah'ın akıl bahşettiği insanlardan bu yalana inanmalarını istiyorlar ki onlarla anlaşma veya yaklaşma olsun. Heyhat. Bu, ancak bütün İslam alemi bir akıl hastanesine dönüşürse o zaman belki mümkündür. Akıl nimetini verdiği için Allah'a hamd olsun Akıl sahih imandan sonra ne büyük nimet!

MÜSLÜMANLARIN BAĞLILIĞI

Müslümanlar imanı sahih her mü'mini severler ve onu dost kabul ederler. Ehli beytin salihleri de herhangi bir adet zikredilmeksizin hepsi aynı hükme dahildir. Müslümanların sevdiği mü'minlerin başında Resulullah'ın cennetle müjdelediği aşare-i mübeşşere vardır Şiiler'in kâfir olduklarına hiç delil olmasa Resulullah bu on kişi cennettedir dediği halde Resulullah'a muhalefetleri küfürleri için yeterlidir. Müslümanlar İslam için çalışan ve İslam aleminin omuzlarında yükseldiği diğer sahabileri de sever ve onlara bağlıdır. Hakkın ve hayrın İslam topraklarında kanlarıyla yeşerdiği bu sahabenin Hz. Ali ve evladına karşı düşman olarak yaşadığı iftirasını da yine Şiiler atmışlardır. Bu sahabe Hz. Ali ile kardeşçe, birbirini severek ve birbirlerine yardımlaşarak yaşamışlar ve aynı şekilde de vefat etmişlerdir. Bunu Allah'ın kelamından daha güzel ifade eden yoktur. Fetih Suresi, ayet: 29; "Kafirlere şiddetli, kendi aralarında merhametli." Hadid Suresi, Ayet : 10; "Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Mallarınızı Allah yolunda niçin sarfetmiyorsunuz? içinizden Mekke'nin fethinden önce sarf eden ve savaşan kimseler, daha sonra sarf edip savaşan kimselerle bir değildirler. Berikiler daha üstün derecededirler, Allah hepsine cenneti vadetmiştir. Allah işlediklerinizden haberdardır." Allah vadinden döner mi? Ali. İmran suresinde ise şöyle buyurdu -. "insanlar için ortaya çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz."

HULEFA-İ RAŞİDÎN ARASINDAKİ SEVGİ VE MUHABBET

Mü'minlerin emiri Hz, Ali'nin kendinden önceki halifelere sevgisini inkar mümkün değildir. Hasan, Hüseyin ve İbnu'l-Hanefiyye'den sonra evlatlarına isim verirken birine Ebu Bekir, diğerine Ömer, bir diğerine ise Osman isimlerini seçmiştir. Kızı Ümmü Külsüm el-Kübra'yı Hz, Ömer ile evlendirmiş, şahadetinden sonra da amcasının oğlu Muhammed b Cafer b. Ebi Talip ile, o da ölünce onun kardeşi Avn b. Cafer ile evlendirmiş ve Ümmü Külsüm onun zevcesi iken vefat etmiştir. Abdullah b. Cafer (Tayyar) oğullarından birine Ebu Bekir, bir diğerine Muaviye ismini vermiştir. Bu Muaviye (Muaviye b. Abdullah b Cafer b. Ebi Talib) oğullarından birine Yezid ismini vermiştir. Zira bazıları Yezid'in siyretinin düzgün olduğunu söylemektedirler. Muhammed b. EI-Hanefiyye b. Ali b Ebi Talib buna şehadet etmektedir.

NİÇİN ONLARDAN İLGİMİZİ KESİYOR, TEBERRİ EDİYORUZ

Şiiler'in bizden istediği teberri, aramızdaki yaklaşmanın karşılığı olacak ve diledikleri şahıslardan biz ilgimizi keseceksek başta ilk imamları Hz. Ali, çocuklarına Ebu Bekir, Ömer ve Osman ismi vermekle hata etmiş ve kızım Hz. Ömer'le evlendirmekle hatada daha da ileri gitmiş olacaktır. Aynı şekilde İbnu Zübeyr'in davetçisi Abdullah b. Muti gelip Yezid'in rakı içtiğini, namazı terk ettiğini ve kitaba, sünnete aykırı davrandığını iddia ettiğinde Muhammed b. EI-Hanefiyye Yezid lehine şahadet ederken yalan söylemiş olurdu Abdullah b. Muti'e "Zikrettiğiniz şeyleri ben onda görmedim. Yanında bulundum ve onunla bir arada ikamet ettim. Namaza devam ettiğini, hayrı araştırdığını, fıkhî hükümler sorduğunu ve sünnete bağlı olduğunu gördüm" diye cevap verdi, İbnu Muti ve beraberindekiler ona : Sana tasannu için öyle yapmıştır dediklerinde "Söylediğiniz içki içme hadisesini size gösterdi mi? Eğer sizin yanınızda içti ise sizler onun ortağı sayılırsınız Yok sizin yanınızda içmediyse bilmediğiniz, görmediğiniz şeye şahitlik yapmanız size helal değildir." demiş. Onlar: Görmedi isek de bu bizce malumdur dediklerinde de "Allahu Teala şahitlere bunu yasaklamış ve buyurmuştur ki "Bildikleri halde (bilerek) şahitlik yapanlar hariç, sizin bu işinizden herhangi bir şey (bili yor) değilim."
Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. EI-Hanefiyye Yezid için böyle şahadet ederken, Şia'nın bizden istediği ilgi kesme ile bu hakikat nasıl bağdaşır. Şia bizden Yezid'in babasından ve babasından da hayırlı üstün Ebu Bekir, Ömer, Osman, Talha, Zübeyr, Amr b. As ve diğer sahabeden teberri etmemizi, ilgimizi kesmemizi istiyorlar. Kitap ve sünneti muhafaza eden ashaptan yüz çevirmemizi istiyorlar. Şiiler'in yaklaşmak için bizden istedikleri fiyat çok pahalı, hiçbir şey almıyoruz her şeyimizi veriyoruz. Hileli mal getirmek isteyen kimseyle muamele yapan kimse ahmaktır. Nusayr Tusi'nin tespit ettiği Nimetullah Müsavi ve el-Hunsari'nin desteklediği ve Şia dininin esası olan velayet ve beraatin (ehli beyte ve oniki imama bağlılık, sahabeden ilgi kesmek ve onlara düşmanlık) manası İslam dinini değiştirmek ve İslam binasını omuzlarında yükseltenlere düşmanlıktan başka bir şey değildir. Evet sadece her şeyleriyle herkese muhalif olan kendilerinin fırka-i Naciye olduğunu söylemekle yalan söylemişlerdir,

ŞİA'DAN İSMAİLİYE'NİN AYRILMASI

İsmailiyye de aynı Şia gibi müslümanlara muhalefette İmamiye Şia'sının yolunu takip etmektedir. Sadece ehli beytten bazı isimleri tayin hususunda Şia'dan ayrılıyorlar, İmamiye Caferi Sadık'a kadar İsmaıliye'nin bağlandığı bütün imamlara bağlanıyorlar ve kabul ediyorlar. Caferi Sadık'tan sonra ayrılıyorlar, imamiyye Musa b. Cafer ve onun nesline, İsmailiye ise İsmail b. Cafer ve onun soyundan gelenlere müvalat ediyorlar. Bağlanıyor ve itaat ediyorlar, İsmailiyye taifesinin İsmail ve neslinden gelenlere aşırı bağlılığı Safevi devleti günlerinden beri Şia'nın hasedine sebep olmuştur. Ve bunun üzerine onlar da Meclisi ve yardımcılarının elinde yuvarlanmışlar, eski devirlerde aşırıları (ğulat) azınlık iken, bundan sonra istisnasız hepsi aşırı (ğulat) bağlılar haline gelmişlerdir. Bu gerçeği Cerh ve Tadil alimleri Ayetullah el-Mamkapi eski ğulat hakkında yazdığı kitapta itiraf ederek bu mevzunun geçtiği her bahiste eskiden aşırı kabul edilen inançların bugün imamiye Şiası'nın mezhepte zaruri olarak inanılması gereken şeyler olduğunu ilan etmiştir. Demek oluyor ki. İmamiye, İsmailliye ile taassubunda, aşırılığında birleşiyor, ancak bazı isimler üzerinde ihtilaf ediyorlar. Aralarında Peygamber mertebesinden daha yukarı mertebelere çıkarttıkları bazı isimler üzerinde ihtilaftan başka farkları yok. Kendi imamlarını ve özellikle hayali onikinci imamı ilahlık derecesine çıkartırken Resulullah (SAV)'ın gaybiyyattan Allah'ın kendisine bildirdiklerine inanmamayı Muhammed Hasen el-lştilaninin diliyle ilan ediyorlar.
Nusayr Tusi'nin tespit edip, Nimetullah Musevi ve Bakır Hunsari'nin teyidlerinde itiraf ettikleri gibi Şia taifeleriyle Müslüman taifelerin birbirine yaklaşmasının imkansızlığı Şia taifelerinin müslümanlara temelde muhalefet etmesi sebebiyledir. Bu durum Bakır Meclisi'nin çağdaşı olan Nusayr Tusi zamanında böyle ise bugün daha kötü, daha zordur.

ŞİİLER YAKLAŞMA DEĞİL MEZHEPLERİNİ YAYMAK İSTİYORLAR

Şunda şüphe yok ki Şiiler kendileri yaklaşma istemiyorlar. Bunun için de yaklaşma fikrini ehli sünnet diyarında yaymaya çalışıyor, Şii bölgelerinde bunun için bir adım dahi atmıyorlar, bir kelime dahi konuşmuyorlar, ilmi merkezlerinde bu yaklaşmanın eserine, izine dahi rastlanmıyor. Bu çağrı fazı toprağına, toprağı fazına birleşmeyen elektrik kablolarına benziyor. Bu sebepten de bu uğurda yapılacak her çalışma çocuk oyunu gibi hiçbir fayda getirmeyen lüzumsuz bir çalışma olarak kalacaktır. Sadece ehli sünnetten, tek taraflı tutumdan bundan başka semere beklenemez. Ancak Şia Peygamberimiz (SAV)'den bu yana Şii olmayan herkesten berî olduğu akidesinden. Ebu Bekir ve Ömer (RA)'ya la netten vazgeçmedikçe bu çalışmalar boşunadır. Yine Şiiler imamlarının beşeriyet sıfatlarından arındırıp ilahlık mertebesine çıkaran inançlarından vazgeçmedikçe yaklaşma mümkün değildir. Çünkü bu inanç İslam dininden çıkmak. Peygamber ve ashabının gösterdiği yoldan sapmak demektir
Şiiler İslam'a, İslam inanç ve tarihine ters düşen bu azgınlığı terketmedikce müslümanların kabul ettiği temel ve esaslara muhalif temel ve esaslarıyla yalnız kalacaklar ve bütün Müslümanlar onları terkedecektir.
Daha evvel bir gerçeğe işaret etmiştik: Komünizmin Irak'ta ve İran'da, diğer İslam ülkelerine oranla daha çabuk gelişmesinin sebebini Şiiliğe bağlamıştık. Bu iki ülkedeki komünistler o ülkelerin Şii evlatlarından oluşuyorlardı. Zira Şia mezhebini anlaşılmayanı hurafe yalan ve hayali şeylerle dolu görünce. teşkilatlı, her dilde yayın yapan, belli ilmi ve iktisadi metotlar takip eden komünizm tuzağına düştüler. Eğer İslam dinini Şiiliğin dışında doğru olarak Peygamber'den geldiği gibi öğrenseydiler bu çukura böylesine düşmeyeceklerdi.

BABİYYE FİTNESİ

Yüz sene kadar evvel İran'da Bab fitnesi zuhur edip de Muhammed Şirazi kendisinin Mehdiyi Muntazarın (beklenen mehdinin) kapısı olduğunu iddia edip daha sonra da Mehdi olduğunu öne sürünce bir yığın İranlı Şii ona inanmış ve etrafında toplanmıştı. Bunun üzerine İran hükümeti bu zatı hurafe ve yalanlardan uzak Hanefi sünnilerin çoğunlukta olduğu Azerbaycan'a sürmüş, başka Şii bir şehre sürmemişti. Çünkü Ehli Sünnetin olduğu yerlerde böyle sapık iddialara kulak verecek batıl inançlar yaşamazdı. Çünkü Şiiler böyle iddialara hemen kanacak akidelere sahiptirler. Aynı şekilde bu hurafe inançlar geçen asırda Babilik ve Bahailiğin yayılmasına da sebep olmuştur. Okuyan ve kültür sahibi olan Şii çocuklar da uyanarak Şiiliğin sebebiyle İslam'dan soğuyorlar ve aklın kabul etmeyeceği bu inançlar karşısında komünizme kayıyorlar. Bu yüzden de İran ve Irak'ta komünizm diğer İslam ülkelerine oranla hızlı gelişmiştir.
Müslümanların nasihat etmek için Allah'a, Resulullah'a ve bütün müslümanlara verdiği söz gereğince bu konuda yazabildiklerim bunlardır. Allah kıyamete kadar dinini, milleti İslamiyeyi, İslam'ın varlığını yıkıcı ve hilekarların şerrinden korusun.

Şianın Ayrılması

İslam Hukuku Ehli Sünnet ve Şia nezdinde iki tarafın müştereken kabul ettiği esaslara dayanmamaktadır. Şia'nın hukukta kabul ettiği esaslar Ehli Sünnet imamlarının kabul ettiği esaslar değildir. Teferruata gitmeden önce her iki taraf arasında bu esaslar üzerinde anlaşma sağlanmadıkça, her iki taraf ilmi müesseselerinde bu esaslar ve usul hakkında gerekli birleştirici çalışmalar yapmadıkça teferruatla vakit öldürmekte hiç bir fayda yoktur. Usul derken Fıkıh usulünü (asıllarını) değil her iki tarafça kabul edilen dinin temel esaslarını kastediyoruz.

TAKİYYE MESELESİ

Samimi olarak karşılıklı anlaşmanın ilk engeli "Takıyye" diye isimlendirdikleri inançlarıdır. Zira bu dini inanç onlara inanmadıkları şeylere inanmış gibi görünmelerini mubah kılmaktadır. Anlaşma istemedikleri halde istiyormuş gibi görünmeleri bizim saf kalblilerimizi aldatabilir Çünkü onlar anlaşmaya razı olmadıkları gibi bu anlaşmayı kendi saflarına katılmakta olduğunu görürler ve zerre kadar kendi taassuplarından vazgeçmezler Takıyye ocakları temsilcileri bizleri anlaşmaya doğru adım attıklarına ikna etseler dahi Şia taifesinin hepsi, üst tabaka olsun, avam tabakası olsun bu gülüne oyunun temsilcilerinden ayrı kalacak ve onların kendileri namına konuşmalarını kabul etmeyeceklerdir

KUR'AN-I KERİM'E İTİRAZLARI

Birliğe yaklaşma hususunda onların ve bizim ortak kaynağımız olması gereken Kur'an-ı Kerim'i dahi kabul ettikleri din esaslarına göre, Sahabe (RA)'ın Peygamber (SAV)'den anladığının tam tersine yorumlamakta ve ayetlerin manalarını saptırmaktadırlar. Bunun da ötesinde Necef ulemasının büyüklerinden birisi olan Hacı Mirza Hüseyin b Muhammed Takıyyin-Nuri Et-Tabersi ki Şia bu alime çok saygı duyar ve severdi. Hatta öldüğünde (1320) onu Necef'te en mukaddes saydıkları EI-Meşhed el-Murtazavi binasında Sultan Nasır Lidinillah kızı Banu el-Uzma'nın odasına defnetmişlerdir. İşte bu Necefli alım 1292 senesinde imam Ali'ye nispet ettikleri kabrin yanı başında "Fasl-ul-Hıtab fi ispati Tahrifi Kitab-i Rabbil-Erbab" (Rabler Rabbinin Kitabını Tahrifi ispatta Son Söz) isimli kitabı telif etmiştir. Bu kitapta çeşitli asırlarda yaşamış Şia ulema ve müçtehidlerinin Kur'an-ı Kerim'in eksiltildiğine, bazı ayetlerin çıkarılıp bazı ilaveler yapıldığına dair yüzlerce nass ve delillerini zikretmiştir. Bu kitap İran'da basıldığında gurultu koparmışlardı Çünkü onlar Kur'an hakkındaki bu şüpheye düşürücü inançlarının kendi üst tabakalarında ve muteber kitaplarında dağınık olarak kalmasını istiyorlardı Bu inançlarını ortaya koyan delilerin bir kitapta toplanıp binlerce basılarak hasımlarının eline geçmesini ve aleyhlerinde delil olmasını istemiyorlardı. Şia ileri gelenleri bu düşüncelerini açıklayınca müellif ölmeden iki sene önce kitabını müdafaa için bir reddiye kitap daha yazdı ve "Reddu Ba'zı ş-Şübuhat an Fasl-ıl-Hıtab fi ispatı Tahrifi Kitabı Rabbil-Erbab" (Rabbler Rabbinin Kitabını Tahrifi ispatta Son Söz Kitabı Üzerindeki Şüphelerin Bazılarına Cevap) diye isimlendirdi. Bu Kur'an'ın muhraref olduğunu ispat eden çalışmasına mükafat olarak onu Necef'deki (kendilerince) mukaddes mekana defnettiler
Bu Necefli alimin Kur'an'da noksanlık olduğunu beyanlarından birisi "Velayet Si!resi" ismini verdikleri surenin Kur'an'da bulunmamasıdır. Bu surede Hz Ali'nin velayeti zikredilmektedir Surenin baş kısmındaki ayet: "Ey sizleri doğru yola götürsün diye size gönderdiğimiz Peygamber ve veliye inananlar., vs." Sayfa : 180.
Mısır Adalet Bakanlığı uzmanlarından Muhammed Ali Suudi buna muttali olmuştur Muhammed Abduh'un ileri gelen talebelerinden biri de, Müsteşrik Brayn, İran basımlı bir mushafta aynı sureyi görmüştür Bu mushafta ayetlerin üzerine Fars'ça tercüme yapılmıştır. Kur'an'da tahrif olduğunu Tabersi meşhur kitabında yazdığı gibi, aynı iddia Muhsin Fani EI-Keşmiri'nin farsça yazdığı "Debistan Mezahib" isimli kitabında da vardır Bu kitap İran'da defaatla basılmıştır. Bu uydurma sureyi Müsteşrik Noldke "Tarihul-Masahıf" isimli kitabında (cilt: 2. Sh : 102) Debistan Mezahib'den nakletmiştir Ve EI-Asyaviyye el-Fransiyye gazetesi de 1342 senesinde 431-439 sayılarında neşretmiştir.
Necef'li alim Kur'an'ın muharref olduğunu Velayet suresinin çıkarıldığıyla ispat ederken "EI-Kafi" isimli kitaplarının 289 uncu sayfasındaki (1278 Iran baskı) şu satırları nakletmiştir : (Kafi kitabı Şia'nın muteber hadis kitabıdır. Bizdeki Buhari'ye olan itimadımız onlarda bu kitabadır).
"Bizimkilerden birkaçı Sehl b. Ziyad'dan. o da Muhammed b. Süleyman'dan, o da bazı arkadaşlarından, onlar da Ebu-l-Hasan (A.S.)'dan (Yani ikinci Ebul Hasan 206 senesinde vefat eden Ali b. Musa Er-Rıza) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Ona, sana canım feda olsun, bizler Kur'an'da öyle ayetler işitiyoruz ki bizde işittiklerimiz gibi değil ve sizden bize ulaştığı gibi de okuyamıyoruz. Bunun için günahkar olur muyuz? Dedi ki: Hayır, nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun. Zira size onu öğreten birisi gelecektir."
Bu söz Şia'nın, imamları Ali b. Musa Rızaya uydurdukları bir şey olduğunda şüphe yoktur. Fakat bunun manası onlara göre Osman mushafından öğrenilip okunmasının günah olmadığına dair bir fetvadır. Soma Şia'nın ileri gelenleri birbirlerine hangi kısmın kandı imamlarınca var olduğunu, hangi kısmın çıkarıldığını öğreteceklerdir.
Şia'nın Takıyye inancına göre gizledikleri Kur'an'ları ile Müslümanlar arasında yaygın olan Hz. Osman Mushafı'nın farkını beyan etmek için Tabersi yukarda ismi geçen kitabını yazmıştır. Yine Şiq Takıyye inancı gereği bu kitabı kabul etmediklerini söyleseler de, bu kitap muteber kitaplarındaki alimlerinin yüzlerce görüşünü topladığından onların Kur'an' m tahrif edildiği inançlarını ispat etmektedir. Kur'an hakkındaki bu inançların yayılarak aleyhlerinde kullanılmasını istememektedirler
Onlara göre iki Kur'an vardır. Birisi ortada yaygın olan diğeri ise gizli olan hususi Kur'an işte bu gizli Kur'an Velayet suresini de içine almaktadır Bu gizli Kur'anı imamları Alı b. Musa Rıza'ya isnat ederek uydurdukları "Nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun Zira size onu öğreten birisi gelecektir" sözünden çıkarıyorlar
Şia'nın iddialarından biri de, inşirah suresinden "ve caalna Alıyyen sıhrake" (Ali'yi sana damat kıldık) diye uydurdukları bir ayetin çıkarıldığıdır inşirah suresinden böyle bir ayetin çıkarıldığını iddia ederken bu surenin Mekki surelerden olduğunu, Hz Ali'nin ise Mekke'de iken Peygamberimiz'e damat olmadığını bildikleri halde utanmadan bu iddiayı sürdürürler Mekke'de Peygamberimizin tek damadı EI-As b. er-Rabı' el-Emevi'dir. Resulullah (SAV); Hz. Ali. Ebu Cehil'in kızıyla evlenmek istediğinde Hz. Fatıma babasına (SAV) şikayet etmişti de Resulullah (SAV) de Medine'deki mescidinin minberinde As b Rabı'ı methetmişti Hz Ali Resulullah'ın bir kızını almışsa Hz Osman iki kızını almak suretiyle Resulullah'a (SAV) yaklaşmıştır. Hatta ikincisi de vefat edince Resulullah (SAV) ona "Eğer bir üçüncü (kızımız) olsaydı seni onunla evlendirirdik " buyurmuştur.
Şii alimlerinden Ebu Mansur Ahmed b Ali b Ebi Talıb Et-Tabersi (588 senesinde vefat eden İbnu Şehr Âşub'un hocalarından bindir) "İhticac ala Ehli-Lucac" isimli kitabında Hz Ali'nin zındıklardan birine (ismini zikretmiyor) şöyle dediğini söylüyor : Senin bana isyanın, karşı gelmen "Vein hıftum ella tuksitu fılyetama fenkıhu ma tabe lekum mınennisa" (Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlendiğinizde onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız hoşunuza giden başka kadınlarla iki. üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz) ayetine aykırıdır Yetim kızlara adaletli davranmak başka kadınlarla evlenmeye benzemez. Bütün kadınlar da yetim değildir. Daha önce söylediğim gibi o ayetteki "filyetama" kelimesi ile "fenkihu" kelimesi arasında Kur'an'ın üçte birinden fazlasına denk miktarda ayet münafıklar tarafından Kur'an'dan çıkarılmış
Ebu Mansur burada münafıklar sözüyle Resulullah'ın (SAV) ashabını kastetmektedir.
Bu ashab Kur'an'ı toplamış ve Osman mushafının yazmasıyla bizzat Ali b Ebi Talıb halifeliğinde uğraşmıştır "El-ihticac ala Ehli Lücac" isimli kitapta Hz Ali'ye nispet edilen bu uydurma söz hakikaten Hz. Ali'den sadır olsa bu onun İslam'a ihaneti demektir Kur'an'ın üçte biri gibi bir bölümünü saklıyor. En azından halifeliği zamanında saklı olan kısmı insanlara tebliğ etmiyor ve onunla ameli terk ediyor demektir Halbuki halifeliği zamanında onun önünde bunları yapmakta hiçbir engel yoktu. Kur'an'dan bu miktar ayetleri kendi rızası ile isteyerek saklaması (haşa) nifak demektir. Hz Ali'ye bu sözleri isnat eden Ebu Mansur et-Tabersı bu kitabıyla aslında Hz Ali'ye ihanet ve küfür damgası vurarak bütün ashabı kiramı münafıklıkla suçlamaktadır.

Hz. ALİ'YE DAHİ İFTİRALARI

Yukarıdaki iddia Hz Ali'nin halifeliği boyunca elinde imkan olduğu halde Kur'an'dan çıkarıldığını iddia ettikleri kısmı açıklamaması ve onunla insanları amel etmeye davet etmemesi iftirasının delilidir.

MİSYONERLERİN SEVİNCİ

"Fasl-ul-Hıtab fi İspati Tahrifi Kitabi Rabbi-l-Erbab" isimli kitap Iran. Necef ve diğer bölgelerde yayınlandığında Hristıyan misyonerler bu kitabın neşrine sevinerek kendi dillerine çevirdiler Çünkü bu kitap Kur'an'ın muharref olduğunu beyan ediyordu Bu da misyonerlerin tam arzuladığı bir şeydi Bu durumu Muhammed Mehdi isfahani el-Kazımı "Ahsenul-Vedia" isimli (Ravzatul Cennat isimli kitabın zeylidir) kitabının ikinci cild sh. 90'da zikretmiştir
Şia'nın Buhari'si EI-Kafi (1278 İran baskı sh 54) de iki sarih nass vardır. Şöyle :
"Cabir El-Ca'fi'nin şöyle dediği rivayet olunur: Ebu Cafer (Aleyhisselam)'ı şöyle derken işittim : KUR'AN'IN İNDİRİLDİĞİ ŞEKİLDE TOPLANDIĞINI YALANCILARDAN BAŞKASI İDDİA ETMEMİŞTİR ONU İNDİRİLDİĞİ GİBİ ALİ B EBİ TALİB VE ONDAN SONRAKİ İMAMLARDAN BAŞKASI HIFZEDİP TOPLAMAMIŞTIR."
Şia nezdinde bizdeki Sahihi Buhari kadar değerli olan bu Kafi kitabını her Şii okur ve bu nassa da iman eder. Biz de deriz ki : Şia kesin olarak Ebu Cafer'e iftira etmektedir Zira Hz. Ali (RA) Kufe'deki hilafeti müddetince Hz Osman (RA)'ın topladığı mushaftan başka bir şey ile amel etmemiştir. Ve başka bir mushaf neşretmemiştir. Şayet elinde başka bir mushaf olsaydı onu en azından halifeliği zamanında neşreder onunla amel edilmesini emrederdi. Eğer kendisinde başka bir mushaf var "e bunu da müslümanlardan sakladıysa o zaman Allah'a. Peygamberine ve İslam dinine ihanet etmiş olurdu
İmam Ebu Cafer Muhammed el-Bakır'dan bu çirkin sözleri duyduğunu söyleyen Cabir el-Ca'fi, Şia'ya göre ne kadar güvenilir olsa da Ehli Sünnet nezdinde yalancı olarak bilinmektedir. Ebu Yahya el-Hamani dedi ki, Ebu Hanife'nin şöyle söylediğini işittim : Gördüklerim arasında Ata'dan daha faziletli. Cabir el-Ca'fi'den daha yalancı kimse görmedim. (Mecelletül-Ezher, Sayı : 308, Sene : 1372)
Yukarıdaki nasstan daha korkuncu aynı kitapta (Sh. 238, 1381 Baskıda, Sh 57, 1278 Iran baskısı) Cafer es-Sadık'dan rivayet edildiğini uydurdukları şu nastır:
"Ebu Busayr'dan rivayet olunmuştur, dedi ki: Ebu Abdullah'ın yanına girdim... Ebu Abdullah (yani Cafer es-Sadık) dedi ki ;
- Bizde Fatıma aleyhisselamın mushafı vardır.
- Fatıma mushafı da nedir? dedim. Dedi ki:
- Sizin şu mushafınız gibi üç misli (büyük bir) mushaftır. Allah'a yemin ederim ki onda sizin şu Kur'an'ınızdan bir harf bile yoktur."
Ehli Beyt imamlarına yapılan bu iftiralar çok eskidir. Bu iftiraları bin sene evvel Muhammed b. Yakub el-Küleyni "el-Kafi" isimli kitapta topladı. Halbuki bu iftiralar Küleyni' den daha eskidir. Çünkü o yalanıyla meşhur olmuş seleflerinden ve Şiiliğin temelini atan mühendislerden rivayet etmektedir
İspanya İslam hükmü altında iken imam Ebu Muhammed b. Hazm orada bulunan papazlarla, kitapları İncil'in muharref olduğu hakkında münazara eder deliller getirirdi. Papazlar da cevap olarak Şia'nın Kur'an'ın muharref olduğuna karar verdiklerini söyleyerek delil getirdiklerinde İbni Hazm onlara şu cevabı vermiştir: ŞİA'NIN İDDİASI NE KUR'AN ALEYHİNE NE DE MÜSLÜMANLAR ALEYHİNE DELİL OLAMAZ? ÇÜNKÜ Şİİ'LER MÜSLÜMAN DEĞİLDİR, (Kitabul Easl Fi-l-Milel ven-Nihal, Cilt: 2, Sh, : 78 ve Cilt : 4, Sh, : 182 İbni Hazm Kahire'deki ilk baskı)

İDARECİLER HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

Dikkat edilmesi gereken noktalardan bin de İmamiyye - İsnaaşariyye Şia'sı (Caferi diye de isimlendirilirler) Peygamberimiz (SAV)' den bugüne kadar Hz, Ali'nin hükümeti hariç bütün hükümetler gayri şer'i olduğu esasına dayanmaktadır. Ve hiçbir Şii'nin bu ana kadar gelmiş hükümetlere samimi olarak bağlanması caiz değildir. Onlara düşmanlık besleyip takıyye yapacaktır. Çünkü hepsi gelmiş geçmiş, gelecek olan ve şu andaki hükümetlerin hepsi gasiptır. Şia dininde seri idareciler itikatlarına göre sadece on iki imamlarıdır, idareyi ele almış olsunlar veya olmasınlar.
Bunların dışında müslümanların idaresini üstlenenler Hz. Ebu Bekir ve Ömer (RA)'dan bugüne kadar ne kadar idareci geldiyse, ne kadar İslam'a hizmet ederse etsinler, İslam hudutlarını ne kadar genişletirse genişletsinler, Allah yolunda ne kadar çalışırsa çalışsınlar onların hepsi müstebittir ve gasıptırlar.

HZ. EBU BEKİR VE ÖMER'E KİNLERİ

Şia Hz, Ali (RA)'dan başka idareyi ele alan herkese Hz Ebu Bekir ve Ömer (RA) dahil lanet ederler, İmam Ebul-Hasan Ali b. Muhammed b Ali b. Musa'ya iftira ederek Hz. Ebu Bekir ve Ömer (RA)'a Tağut demelerini dostlarına öğrettiğini söylemektedirler. Bunu en büyük Cerh ve Tadil kitapları olan "Tenkıhul Mekal fi Ahval'ir-Rical" isimli kitabın yazarı Caferi taifesinin Şeyhi Allame-i Sani Ayetullah el-Mamkani 207 inci sayfada zikretmiştir. (Murtazaviye Matbaası, Necef 1352).
"Es-Serair" kitabının sonunda Muhammed b idris el-Huliy "Mesail el-Rical ve Mükatebetühüm ila Mevlana ebi'l-Hasen b, Muhammed b. Ali b, Musa Aleyhisselam" kitabından Muhammed b. Ali b. Isa meseleleri arasında naklediyor ki Muhammed b. Ali b. Isa şöyle dedi : "Ona yazdım ve Nasıb'ı (Ehli beyte düşmanlık edene verdikleri isim) sordum. Bir kimsenin Nasıb olduğunu Cibt ve Tağut (Hz. Ebu Bekir ve Ömer'i kastediyor)'u üstün tutması ve imamlıklarını sahih itikat gasbetmenin hesabını soracaklar. Çünkü onlara göre İslam'da idare Resulullah (SAV) vefat ettikten sonra sadece onların hakkıdır. Onlardan başkası bu hakka sahip değildir. Mehdi bu tağutları (!) muhakeme ettikten sonra onlara kısası uygular ve her asır için üç bin idareci idam edinceye kadar beş yüzer beş yüzer onları öldürür, Bu hadise onlara göre kıyamette ba's gününden önce olacaktır. Ölenler öldükten ve idam edilenler idam edildikten sonra mahşer için büyük ba's (diriliş) başlar. Bundan sonrası ya cennettir ya da cehennem. Cennet, ehli beyte ve şu yukarıdaki inançları taşıyanlara, cehennem ise Şii olmayan herkese. Şia bu diriltme, muhakeme ve kısasa RİC'AT ismini vermiştir. Bu inanç hiçbir Şii'nin zerre kadar şüphe etmediği temel inançlarından biridir. Bazı saflar Şia'nın bu inançları son zamanlarda terk ettiğini zannetmektedirler ki bu büyük bir hatadır, gerçek ile bağdaşmamaktadır.

ŞİİLİKTEN KOMÜNİSTLİĞE

Şii'ler Safevi devletinden bugüne kadar bu inançlara sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bugün ise ya bu inançlara aynı şekilde sıkı sıkıya bağlılar yahutta çağdaş bir öğretim ile bu hurafelerden vazgeçip komünizme bel bağlamışlardır. Irak'taki komünistler ve İran'daki komünist Tudeh Partisi bağlıları önceleri Şii iken inançlarının batıl olduğunu görerek komünist olan Şiiler'dir. Şiiler de orta yolu takip eden bir yol yoktur. Ya mezhebinin bazı menfaatlerini düşünerek Takıyye yapar veya yine Takıyye ile diplomatik, partisel ve şahsi menfaatları için gizlediklerinin aksini göstermeye çalışırlar.
Ric'at inançlarını bilmen için sana Şii önderlerinden Şeyh-i Müfid diye isimlendirdikleri Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed En Numan'ın "El-İrşad fi Tarihi Hucecillah ala-l-Ibad" kitabında yazdıklarını zikredeyim (Sah. 398 - 402 İran taş baskılı tarihi belli değil, Muhammed Ali Muhammed Hasen el-Külbabki hattıyla basılı). El FazI b. Sazan, Muhammed b. el-Kufi'den o da Vehb b. Hafs'dan Ebu Busayr'ın şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Abdullah (yani Cafer-i Sadık) dedi ki: Kaim (On bir asır önce doğup hâlâ ölmediğini zannettikleri on ikinci imamları. Onlara göre* bu imam kalkacak ve hüküm sürecektir) yirmi üçüncü gece, ismiyle çağrılır. Ve aşure günü kalkar. Muharrem'in onuncu gününde onu Kabe'de rükün ile makam arasında görür gibiyim. Cebrail sağında, Allah için biat" diye nida eder. Şii'ler yeryüzünün dört bir yanından ona biat için gelirler. Yeryüzü onlara durulur bükülür ki kolayca gelsinler O Mekke'den Kufe'ye gelir ve Necef'imizde konaklar sonra da oradan askerlerini diğer şehirlere gönderir.

TAHRİP VE İNTİKAM'A TEŞVİK

Haccal Sa'lebe'den o da Ebu Bekir el Hadrami'den Ebu Cafer (Muhammed Bakır)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kaim aleyhisselamı Küfe Necef'ine Mekke'den beş bin melekle yürüdüğünü görür gibiyim. Cebrail sağında, Mikail solunda mü'minler önünde, askerlerini ülkelere gönderiyor
Abdulkerim el-Ca'fi rivayet ederek dedi ki; Ebu Abdullah'a (Cafer-i Sadık) :
- Kaim aleyhisselam ne kadar hüküm sürecek? diye sordum.
- Yedi sene Seneler uzar, hatta onun senesiyle bir sene sizin on senenize denk olur Hüküm sürdüğü seneler sizin senelerinizle yetmiş sene miktarındadır, dedi. Ebu Buseyr ona:
- Allah seneleri nasıl uzatır? diye sordu. O:
- Allah gezegenlere beklemesini ve yavaş hareket etmesini emreder. Böylece günler ve seneler uzar. Kaim'in gelmesi yaklaştığında Cemaziyel ahire ayında ve Receb'in on gününde mahlukatın eşini görmediği bir yağmur yağar. Allah mü'minlerin etlerini ve bedenlerini kabirlerinde bitkinin bitmesi gibi çıkartır. Onları kabirlerinden kalkınca saçlarının toprağını silkeler vaziyette görür gibiyim diye cevap verdi
Abdullah b. Muğıre, Ebu Abdullah (Cafer-i Sadık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti :
- Âli Muhammed'den Kaim geldiğinde Kureyş'ten beş yüz kişiyi kaldırır ve boyunlarını vurur Bunu altı defa tekrar eder.
- Bunların sayıları bu kadar var mıdır? dedim (Abdullah b Muğıre'nin buna şaşması o zamana kadar Hulefai Raşidin, Emevi, Abbasi ve diğer müslüman idarecilerin sayısı bu sayının onda birine bile vasıl olmamasındandır). Cafer-i Sadık dedi ki :
- Evet onlardan ve onların dostlarından (Başka bir rivayette) Bizim devletimiz devletlerin sonuncusudur. Bizi gördüklerinde "Bizim elimizde hüküm olsaydı biz de bunlar gibi yapardık" dememeleri için onlar bizden önce devlet kurup hüküm sürdüler.
Cabir el-Ca'fi Ebu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etti :Âli Muhammed'in Kaim'ı geldiğinde Kur'an'ın indiği gündeki şekliyle öğretildiği çadırlar kurar. O gün Kur'an'ı ezberlemek bugünkünden daha zordur. (Yani o gün Cafer-i Sadık zamanında bulunan Osman mushafının dışında bir mushaf öğretecek. Çünkü öğreteceği mushaf Şiiler'e göre şu anda bizde bulunan mushaf değildir. Onlara sormak gerekir : Bekledikleri on ikinci imam İslam'a birinci imam kabul ettikleri Hz. Ali'den daha mı vefakârdı. Neden böyle bir Kur'an vardı da Hz. Alı halifeliğinde elinde imkân olduğu halde müslümanlara öğretmedi. Bu inançlarıyla Hz. Ali'ye dahi leke sürmekte, onu ihanetle suçlamaktadırlar.
Abdullah'tan Ebu Abdullah aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti : "Âli Muhammed'in Kaim'i (onikinci imam) geldiğinde Davud aleyhisselamın hükmüyle hükmedecektir.." (Halbuki Allahu Teala bu şekilde hükmü hoş görmemiş ve "Davud kendisini denediğimizi sanmıştı da, Rabbi'nden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanmış tevbe etmiş Allah'a yönelmişti" buyurmuştur. Sad suresi ayet: 24)
Mufaddal b Ömer de Ebu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etti :Kufe'den Musa kavmine mensup yirmi yedi (!) ehli kehfden yedi kişi, Yuşa b. Nün, Süleyman, Ebu Düçane el-Ensari Mikdat ve Malik el-Eşter, Kaim aleyhisselam ile Kufe'den çıkarlar ve onun huzurunda ona yardımcı ve idareci olurlar.
Şu yukarıdaki naslar Alimlerinin en ulusu olan Şeyhi Mufid'den (uydurma olduğunda şüphe bulunmayan) senedleriyle harfiyyen nakledilmiştir. Bu söylenenler ehli beyte yapılan iftiralardır. Ehli beytin en büyük musibeti bu tip insanların kendilerine sahip çıkarak bu türlü yalanları onlara ithaf etmeleridir. Şeyhi Müfid'in bu eseri İran'da basılmıştır.

RİC'AT İNANCI

Ric'at inancı (Müslüman idarecilerin muhakemesi) Şiiler'in temel inançlarından olduğundan alimleri "Emali el-Murtaza" kitabının müellifi Seyyid Murtaza (bu zat Şerif Rıza Şair'in kardeşidir. Aynı zamanda Nehcül Belağa'yı tahrif edip ziyadeler yapıp sahabeye sataşarak kitaba üçte biri kadar ziyadede ortaklık yapan zattır), işte bu Seyyid Murtaza "EI-Mesail en-Nasırıyye" isimli kitabında şunları yazmıştır:
"Mehdi (Âli Muhammed'in Kaim'i diye isimlendirdikleri on ikinci imamları) zamanında Ebu Bekir ve Ömer çarmıha gerilirler. Çarmıha gerildikleri ağaç yaş iken onlar gerildikten sonra kurur."

FİKİRLERİ HİÇ DEĞİŞMEMİŞTİR

Şii büyükleri ve alimleri asırlar boyu Resulullah'ın iki veziri Hz. Ebu Bekir ve Ömer, diğer İslam halifeleri, idarecileri, kumandanları mücahit ve alimleri hakkında bu iğrenç tutumlarında devam edegelmişlerdir.
Yaklaştırma merkezinde çalışan davetçilerini dinledik. Şu yukarıdaki inançlarını araştırmaya vakti olmayanlar o davetçinin dediği gibi bunların eski olduğunu şimdi ise değiştiğini zannederler. Bu zan yalandır, hiledir. Çünkü ilmi merkezlerin hepsinde okuttukları kitaplarda bütün yukarıda saydıklarımız mezheplerinin kaçınılmaz esasları olarak okutulmaktadır. Necef. Iran ve Cebel-i Amil ulemasının zamanımızda telif ettikleri eserler eskilerinden daha kötü, yaklaşmayı ve anlaşmayı yıkmada daha aşın bir tutum içindedir. Buna sabah akşam mezhepleri birleştirme ve yaklaştırmaya çalıştığını ilan etmekte devam eden, Mısır'da ve başka ülkelerde bu fikri taşıyan arkadaşları bulunan Muhammed b. Muhammed Mehdi el-Halisi isimli zat ile misal verelim. Birliğe ve anlaşmaya davette çalışan bu zat "Ihyau'ş-Şeriati fi Mezhebi'ş-Şia" isimli kitabında Hz. Ebu Bekir ve Ömer'in mü'min dahi olmadıklarını yazarak onlardan iman sıfatını dahi kaldırmaya kadar taassubunda koyudur. Bakınız kitabının Cilt: 1, Sn.: 63-64 üncü sayfalarında ne yazıyor: "Ebu Bekir ve Ömer'in; Kur'an'da haklarında Allah'ın kendilerinden razı olduğuna nas bulunan Rıdvan biati ehlinden olduğunu söyleseler de biz deriz ki : Şayet Allahu Teala (Sana biat edenlerden Allah razı olmuştur) yahut (Ağaç altında sana biat edenlerden razı olmuştur) deseydi o zaman kendisine biat eden herkesten razı olduğuna delalet ederdi. Fakat Allah (Sana biat ettiklerinde mü'minlerden razı olmuştur) dediğinden, ayette sadece mü'min diye zikredildiğinden hakikaten iman edenlerden başkasına delalet yoktur."
Bunun manası Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakikaten iman etmemişlerdir. Onun için de ayetin manası onları içine almaz. Bu iki muasır Şii alimi İslam ve müslümanların korunması hususunda müslümanların menfaatlerini ön plana aldıkları davasının müdafileri olduğunu söyleyen bu iki çağdaş Şii alimi yazdıkları eserlerinde Resulullah (SAV)'den sonra müslümanların en üstün ve faziletlisi veya en azından müslümanların en hayırlısı olan Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakkında inançlarını böyle açıklarken mezhepler arasında nasıl bir yaklaşma ve anlayış beklemektedir. Bu adamlar müslümanların kalesinde düşman hesabına çalışan casuslar değil de nedir?
Resulullah'ın ashabını, tabiileri ve Müslüman idarecileri, İslam binasını ayakta tuttukları ve İslam alemine o şerefli günleri yaşattıkları halde bu aşağı derekelere indirirken kendi imamlarına imamlarının dahi kabul etmeyeceği şeyleri ithaf ediyorlar Kafi kitabında Küleyni on iki imama öyle vasıflar ve sıfatlar vermektedir ki imamlar insanlık evsafından sıyrılarak eski cağdaki Yunan tanrıları derecesine çıkarılmaktadır. Kafi ve diğer muteber kitaplarındaki bu vasıfları bir araya toplasak koca bir cilt ortaya çıkar. Onun için biz sadece Kafi kitabındaki konuların (bab) başlıklarını zikretmekle yetineceğiz :
"İmamlar; meleklere, nebi ve resullere verilen ilimlerin hepsini bilirler." Kafi. Sh : 255.
"İmamlar ne zaman öleceklerini bilirler. Ve onlar kendi istekleri olmadıkça ölmezler" Kafi, Sh : 258
"İmamlar olmuş ve olacak her şeyin ilmini bilirler. Onlara hiçbir şey gizli değildir." Kafi, Sh : 260.
"İmamlarda bütün kitaplar vardır ve onları çeşitli dillerde olmasına rağmen anlarlar, bilirler." Kafi, Sh : 227.
"Kur'an'ı imamlardan başkası toplamamıştır. Onlar Kur'an ilimlerinin hepsini bilirler." Kafi, Sh : 228.
"İmamların sahip olduğu şeyler peygamberlerin alametlerindendir." Kafi, Sh : 231
"İmamların durumu ortaya çıkınca Davud ve âli Davud'un hükmü ile hükmederler. Delil istemez ve sormazlar." Kafi, Sh : 297.
"İmamlardan çıkanlar hariç insanların elinde bulunan her şey batıldır, imamlardan çıkmayan her şey de yine batıldır." Kafi, Sh : 399.
"Yeryüzünün hepsi imamındır." Kafi, Sh : 407.

İMAMLARIN GAYBI BİLMESİ

On iki imamlarına bu imamların dahi kabul etmeyeceği sıfatları uyduran Şii'ler bir taraftan imamların beşeriyyetin üstünde bir mertebede olduğunu iddia ederken öte yandan Resulullah (SAV)'ın Allah'ın vahyettiği göklerin yaratılması, cennet ve cehennemin vasıfları gibi gayba dair haberlerini inkar ediyorlar.
Kahire'de yaklaştırma merkezinin çıkardığı Risaletul - İslam dergisi dördüncü senesi dördüncü sayı 368 inci sayfasında Lübnan'daki Şii yüksek mahkeme reisinin kalemiyle bu inkarlarını tescil etmişlerdir. Bu asrın büyük alimlerinden olduğunu kabul ettikleri bu zat "Imamiyye Şiası içtihadlarından" adı al tında bir makale yazmış ve orada müçtehitlerinden Muhammed Hasan El-iştiyani'den "Bahrul - Fevaid" kitabının 267 inci sayfasında şöyle dediğini nakletmiştir:
"Peygamber; abdesti bozanlar, hayz ve nifas ahkamı gibi şer'i hükümleri haber verirse onu tasdik etmek ve haber verdiğiyle amel etmek vaciptir. Eğer göklerin ve yerin yaratılması, huriler, köşkler gibi gayba ait şeylerden haber verirse (bu haberin Peygamberden sadır olduğunun sıhhati) zan yoluyla değil kesin olarak bilinse dahi ona inanmak vacip değildir."
Ne garip değil mi? imamlarına iftira ederek subutu kesin olmadığı halde imamlarının gaybı bildiğine iman ediyorlar ve delaleti kesin olan ayet ve sahih hadislerle sabit olan göklerin yaratılması, cennet ve cehennemin evsafı gibi Resulullah (SAV)'dan sahih olarak gelen gayba dair haberlere inanmamayı kendilerine mubah sayıyorlar. Halbuki Resulullah (SAV)'ın kendi heva ve hevesinden konuşmayacağı ayetlerle sabittir. Resulullah (SAV)'den sahih olarak gelen gaybiyyat ile imamlarına nispet ettiklerini mukayese eden kimse Resulullah'dan Kur'an'da ve mütevatir hadislerde sabit olanların Şiilerin imamları hakkında inandıklarının bir küçük parçasına dahi yetişemeyeceğini apaçık anlar.
Gayb haberlerini rivayet eden Şiiler ehli sünnet Cerh ve Tadil uleması nezdinde yalancı olarak bilinmektedir. Fakat Şiiler buna hiç aldırış etmez ve onların imamlardan rivayet ettiklerini tasdik ederler.
Yaklaştırma merkezinin çıkardığı Risaletü-l-İslam dergisi, Lübnan Şii Yüksek mahkemesi reisi ve müctehidleri Muhammed Hasen el-lştibani Resulullah'dan sahih rivayetlerle sabit olan gayb haberlerine inanmanın vacip olmadığı davasını alkışlıyor ve Peygamberlik görevini abdest hayız nifas ve benzeri fıkhi meselelere hasretmeyi istiyorlar.

İMAMLARIN DERECELERİ PEYGAMBER DERECESİNDEN YÜKSEKTİR

İmamlarının mertebelerini kendisine vahy inen Resulullah (SAV)'ın mertebesinden üstün tutarlarken bunlarla bizim aramızda hangi yaklaşma mümkün olacak bilmiyoruz.
Asırlar boyunca Şiilerin yüksek tabakasında olsun halk tabakasında olsun İslam hükümetlerine karşı eğer hükümet kuvvetli ise menfaat elde etmek için Takıyye inancını kullanarak mühim merkezlere geldikleri ve hükümet zayıfladığında veya hücum edildiğinde hemen aleyhine geçip düşman tarafına intikal ettikleri tarih boyunca Şiilerin her tabakasında mülahaza edilen şeylerdendir
Abbasiler Emeviler aleyhinde ayaklanınca Şia'nın tutumu böyleydi. Hatta Abbasiler'in isyanı, Şiilerin teşvikleriyle olmuştu Aynı şeyi Abbasi devleti Hulagu tarafından tehdit edilince Abbasilere yaptılar İslam halifesine, müslümanların başkentine, ilim ve irfan merkezine karşı putperest Hulagu ile birleştiler.
Şia alimlerinden En-Nusayr et-Tusi Abbasi halife Mutasım'a saçını başını yolarak methiyeler, şiirler yazarken çok geçmeden 655 senesinde hemen aleyhine geçmiş, İslam'ın Bağdad'da bir an önce yıkılmasını gözlemeye başlamış ve maalesef Hulagu'nun yanında yer alarak en ön safa geçmiş, Hulagu ile müslümanların boğazlanmasını kontrol etmiş ve İslam kitaplarının Dicle'de boğulmasına rıza göstermiştir.

EL-ALKAMİ VE İBNU EBİ-L-HADİD'İN İHANETLERİ

Şii şeyhi En-Nusayr et-Tusi'ye bu büyük ihanetleri irtikabında iki arkadaşı daha iştirak etmiştir. Birisi Şii bir vezir olan Muhammed b. Ahmed el-Alkami, diğeri ise Alkami'nin sağ kolu olan Mu'tezile mezhebine mensup Şiiler'i bu hususta geride bırakmış birisi olan Abdulhamid b. Ebi-l-Hadid. Bu zat ömrü boyunca Resulullah'ın ashabına düşman olarak yaşadı. Nehcul-Belağa kitabına İslam tarihini tesvit eden yalanları doldurarak yaptığı edepsizce şerhiyle Ashaba düşman olarak hayat sürdü, İslam'ın mazisindeki gerçekleri İslam'a sokuşturulan fikirleri bilmeyenler bunların yazdıklarına hâlâ kanmaktadırlar. Hatta bazı zeki ve faziletli müelliflerimiz dahi bunlara inanmakta. Halife Mutasım vezir yaparak ikram etmesine, iyilikte bulunmasına karşılık ona ihanet eden İbnu Alkami ihanetini ve iyiliğe karşı kötülükle cevap vererek asıl gizledikleri düşünceleri açığa vurmuştur. Hülagu musibetinde İslam'ın başına gelenlere sevinen Şiiler bu asra kadar İslam'a düşmanlık beslemekte ve bundan lezzet almaktadır. Dileyen Şiiler'in yazdığı bütün Teracim kitablarından En-Nusayr et-Tusi'nin tercüme-i halini okusun. En son telifleri bu hususta EI-Hunsari'nin "Ravzatu-l-Cennat" kitabıdır. Bu kitab Moğolları, hainleri övgü ve İslam'ın başına gelenlere sevindiklerini beyanla doludur. Büyüğü küçüğü bütün Şiiler'in Müslümanların katliamıyla ferahladıkları, çocuk ihtiyar demeden Müslümanların öldürülmesine en azılı düşman dahi sevincini gösteremezken, kalbi vahşi hayvanlardan daha sert olanlar dahi utanırken Şiiler'in bu duruma sevindiklerini beyanla doludur.
Bu mevzuyu kısa tutmak isterken yine uzadı. Biz, Şiiler'in muteber kitaplarından nakiller yaparak kısa tutmak istemiştik. Bu mevzuyu yaklaştırma konusuyla ilgili bir nakil yaparak bitirelim de her müslüman bu tip mezheplerle özellikle de Şiiler'le yaklaşmak ve anlaşmanın nasıl imkansız olduğunu görsünler. Bu onların sarih itiraflarıdır:
"Ravzatu-l-Cennat" kitabında Şii önderlerinin tarihçiliğini yapan EI-Hunsari, En-Nusayr Et-Tusi'nin tercüme-i halini yazarken naklet tiklerinden birisi de sayfa 579'da yazdıklarıdır. (1367 İkinci Baskı Tahran). Diyor ki: "Tusi'nin gerçek ve araştırma ürünü olan sözü fırka-i naciyeyi tayin ederken yetmiş üç fırkadan sadece İmamiyye'nin fırka-i Naciye olduğunu beyan ettiği sözüdür. Tusi dedi ki:
"Ben bütün mezhepleri inceledim, ahvalini, fer'i meselelerini tahkik ettim, İmam iye'nin dışındaki tüm mezheplerin iman hususunda - ispatı ve nefyi müsavi olan bazı hususlarda ihtilaf etseler de- müşterek olduklarını gördüm. Sonra, imamiye taifesini hepsine muhalefet eder buldum. Eğer onlardan başkası Naciye olsaydı hepsinin Naciye olması gerekirdi. Bu da gösteriyor ki fırka-i Naciye İmamiye'dir, başkası değildir."

KURTULUŞ EHLİ BEYT'E VELAYET (BAĞLILIK) İLEDİR


EI-Hunsari şöyle diyor: (Yukarıdaki ibareyi naklettikten sonra) Es-Seyyid Nimetullah el-Musevi dedi ki: "Bunun manası bütün fırkalar (Kim lailahe illallah derse cennete girer) hadisine dayanarak şehadeteyni getiren herkesin kurtulacağını söylemektedirler. Bu imamiye fırkası ise kurtuluşun ehli beyte ve onikinci imama bağlanmakta, onların düşmanlarından beri olmakta olduğuna ittifak etmişlerdir. (Yani Hz Ebu Bekir, Ömer ve bütün müslümanlardan, Şia olmayan herkesten teberri edeceksin, alâkayı keseceksin ki kurtulasın). Kurtuluşun yolu olan bu itikadla imamiye bütün mezheplerden ayrılır."

Blog Listem

  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    1 yıl önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    15 yıl önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    16 yıl önce