İslam Hukuku Ehli Sünnet ve Şia nezdinde iki tarafın müştereken kabul ettiği esaslara dayanmamaktadır. Şia'nın hukukta kabul ettiği esaslar Ehli Sünnet imamlarının kabul ettiği esaslar değildir. Teferruata gitmeden önce her iki taraf arasında bu esaslar üzerinde anlaşma sağlanmadıkça, her iki taraf ilmi müesseselerinde bu esaslar ve usul hakkında gerekli birleştirici çalışmalar yapmadıkça teferruatla vakit öldürmekte hiç bir fayda yoktur. Usul derken Fıkıh usulünü (asıllarını) değil her iki tarafça kabul edilen dinin temel esaslarını kastediyoruz.
Samimi olarak karşılıklı anlaşmanın ilk engeli "Takıyye" diye isimlendirdikleri inançlarıdır. Zira bu dini inanç onlara inanmadıkları şeylere inanmış gibi görünmelerini mubah kılmaktadır. Anlaşma istemedikleri halde istiyormuş gibi görünmeleri bizim saf kalblilerimizi aldatabilir Çünkü onlar anlaşmaya razı olmadıkları gibi bu anlaşmayı kendi saflarına katılmakta olduğunu görürler ve zerre kadar kendi taassuplarından vazgeçmezler Takıyye ocakları temsilcileri bizleri anlaşmaya doğru adım attıklarına ikna etseler dahi Şia taifesinin hepsi, üst tabaka olsun, avam tabakası olsun bu gülüne oyunun temsilcilerinden ayrı kalacak ve onların kendileri namına konuşmalarını kabul etmeyeceklerdir
Birliğe yaklaşma hususunda onların ve bizim ortak kaynağımız olması gereken Kur'an-ı Kerim'i dahi kabul ettikleri din esaslarına göre, Sahabe (RA)'ın Peygamber (SAV)'den anladığının tam tersine yorumlamakta ve ayetlerin manalarını saptırmaktadırlar. Bunun da ötesinde Necef ulemasının büyüklerinden birisi olan Hacı Mirza Hüseyin b Muhammed Takıyyin-Nuri Et-Tabersi ki Şia bu alime çok saygı duyar ve severdi. Hatta öldüğünde (1320) onu Necef'te en mukaddes saydıkları EI-Meşhed el-Murtazavi binasında Sultan Nasır Lidinillah kızı Banu el-Uzma'nın odasına defnetmişlerdir. İşte bu Necefli alım 1292 senesinde imam Ali'ye nispet ettikleri kabrin yanı başında "Fasl-ul-Hıtab fi ispati Tahrifi Kitab-i Rabbil-Erbab" (Rabler Rabbinin Kitabını Tahrifi ispatta Son Söz) isimli kitabı telif etmiştir. Bu kitapta çeşitli asırlarda yaşamış Şia ulema ve müçtehidlerinin Kur'an-ı Kerim'in eksiltildiğine, bazı ayetlerin çıkarılıp bazı ilaveler yapıldığına dair yüzlerce nass ve delillerini zikretmiştir. Bu kitap İran'da basıldığında gurultu koparmışlardı Çünkü onlar Kur'an hakkındaki bu şüpheye düşürücü inançlarının kendi üst tabakalarında ve muteber kitaplarında dağınık olarak kalmasını istiyorlardı Bu inançlarını ortaya koyan delilerin bir kitapta toplanıp binlerce basılarak hasımlarının eline geçmesini ve aleyhlerinde delil olmasını istemiyorlardı. Şia ileri gelenleri bu düşüncelerini açıklayınca müellif ölmeden iki sene önce kitabını müdafaa için bir reddiye kitap daha yazdı ve "Reddu Ba'zı ş-Şübuhat an Fasl-ıl-Hıtab fi ispatı Tahrifi Kitabı Rabbil-Erbab" (Rabbler Rabbinin Kitabını Tahrifi ispatta Son Söz Kitabı Üzerindeki Şüphelerin Bazılarına Cevap) diye isimlendirdi. Bu Kur'an'ın muhraref olduğunu ispat eden çalışmasına mükafat olarak onu Necef'deki (kendilerince) mukaddes mekana defnettiler
Bu Necefli alimin Kur'an'da noksanlık olduğunu beyanlarından birisi "Velayet Si!resi" ismini verdikleri surenin Kur'an'da bulunmamasıdır. Bu surede Hz Ali'nin velayeti zikredilmektedir Surenin baş kısmındaki ayet: "Ey sizleri doğru yola götürsün diye size gönderdiğimiz Peygamber ve veliye inananlar., vs." Sayfa : 180.
Mısır Adalet Bakanlığı uzmanlarından Muhammed Ali Suudi buna muttali olmuştur Muhammed Abduh'un ileri gelen talebelerinden biri de, Müsteşrik Brayn, İran basımlı bir mushafta aynı sureyi görmüştür Bu mushafta ayetlerin üzerine Fars'ça tercüme yapılmıştır. Kur'an'da tahrif olduğunu Tabersi meşhur kitabında yazdığı gibi, aynı iddia Muhsin Fani EI-Keşmiri'nin farsça yazdığı "Debistan Mezahib" isimli kitabında da vardır Bu kitap İran'da defaatla basılmıştır. Bu uydurma sureyi Müsteşrik Noldke "Tarihul-Masahıf" isimli kitabında (cilt: 2. Sh : 102) Debistan Mezahib'den nakletmiştir Ve EI-Asyaviyye el-Fransiyye gazetesi de 1342 senesinde 431-439 sayılarında neşretmiştir.
Necef'li alim Kur'an'ın muharref olduğunu Velayet suresinin çıkarıldığıyla ispat ederken "EI-Kafi" isimli kitaplarının 289 uncu sayfasındaki (1278 Iran baskı) şu satırları nakletmiştir : (Kafi kitabı Şia'nın muteber hadis kitabıdır. Bizdeki Buhari'ye olan itimadımız onlarda bu kitabadır).
"Bizimkilerden birkaçı Sehl b. Ziyad'dan. o da Muhammed b. Süleyman'dan, o da bazı arkadaşlarından, onlar da Ebu-l-Hasan (A.S.)'dan (Yani ikinci Ebul Hasan 206 senesinde vefat eden Ali b. Musa Er-Rıza) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Ona, sana canım feda olsun, bizler Kur'an'da öyle ayetler işitiyoruz ki bizde işittiklerimiz gibi değil ve sizden bize ulaştığı gibi de okuyamıyoruz. Bunun için günahkar olur muyuz? Dedi ki: Hayır, nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun. Zira size onu öğreten birisi gelecektir."
Bu söz Şia'nın, imamları Ali b. Musa Rızaya uydurdukları bir şey olduğunda şüphe yoktur. Fakat bunun manası onlara göre Osman mushafından öğrenilip okunmasının günah olmadığına dair bir fetvadır. Soma Şia'nın ileri gelenleri birbirlerine hangi kısmın kandı imamlarınca var olduğunu, hangi kısmın çıkarıldığını öğreteceklerdir.
Şia'nın Takıyye inancına göre gizledikleri Kur'an'ları ile Müslümanlar arasında yaygın olan Hz. Osman Mushafı'nın farkını beyan etmek için Tabersi yukarda ismi geçen kitabını yazmıştır. Yine Şiq Takıyye inancı gereği bu kitabı kabul etmediklerini söyleseler de, bu kitap muteber kitaplarındaki alimlerinin yüzlerce görüşünü topladığından onların Kur'an' m tahrif edildiği inançlarını ispat etmektedir. Kur'an hakkındaki bu inançların yayılarak aleyhlerinde kullanılmasını istememektedirler
Onlara göre iki Kur'an vardır. Birisi ortada yaygın olan diğeri ise gizli olan hususi Kur'an işte bu gizli Kur'an Velayet suresini de içine almaktadır Bu gizli Kur'anı imamları Alı b. Musa Rıza'ya isnat ederek uydurdukları "Nasıl öğrendiyseniz öyle okuyun Zira size onu öğreten birisi gelecektir" sözünden çıkarıyorlar
Şia'nın iddialarından biri de, inşirah suresinden "ve caalna Alıyyen sıhrake" (Ali'yi sana damat kıldık) diye uydurdukları bir ayetin çıkarıldığıdır inşirah suresinden böyle bir ayetin çıkarıldığını iddia ederken bu surenin Mekki surelerden olduğunu, Hz Ali'nin ise Mekke'de iken Peygamberimiz'e damat olmadığını bildikleri halde utanmadan bu iddiayı sürdürürler Mekke'de Peygamberimizin tek damadı EI-As b. er-Rabı' el-Emevi'dir. Resulullah (SAV); Hz. Ali. Ebu Cehil'in kızıyla evlenmek istediğinde Hz. Fatıma babasına (SAV) şikayet etmişti de Resulullah (SAV) de Medine'deki mescidinin minberinde As b Rabı'ı methetmişti Hz Ali Resulullah'ın bir kızını almışsa Hz Osman iki kızını almak suretiyle Resulullah'a (SAV) yaklaşmıştır. Hatta ikincisi de vefat edince Resulullah (SAV) ona "Eğer bir üçüncü (kızımız) olsaydı seni onunla evlendirirdik " buyurmuştur.
Şii alimlerinden Ebu Mansur Ahmed b Ali b Ebi Talıb Et-Tabersi (588 senesinde vefat eden İbnu Şehr Âşub'un hocalarından bindir) "İhticac ala Ehli-Lucac" isimli kitabında Hz Ali'nin zındıklardan birine (ismini zikretmiyor) şöyle dediğini söylüyor : Senin bana isyanın, karşı gelmen "Vein hıftum ella tuksitu fılyetama fenkıhu ma tabe lekum mınennisa" (Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlendiğinizde onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız hoşunuza giden başka kadınlarla iki. üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz) ayetine aykırıdır Yetim kızlara adaletli davranmak başka kadınlarla evlenmeye benzemez. Bütün kadınlar da yetim değildir. Daha önce söylediğim gibi o ayetteki "filyetama" kelimesi ile "fenkihu" kelimesi arasında Kur'an'ın üçte birinden fazlasına denk miktarda ayet münafıklar tarafından Kur'an'dan çıkarılmış
Ebu Mansur burada münafıklar sözüyle Resulullah'ın (SAV) ashabını kastetmektedir.
Bu ashab Kur'an'ı toplamış ve Osman mushafının yazmasıyla bizzat Ali b Ebi Talıb halifeliğinde uğraşmıştır "El-ihticac ala Ehli Lücac" isimli kitapta Hz Ali'ye nispet edilen bu uydurma söz hakikaten Hz. Ali'den sadır olsa bu onun İslam'a ihaneti demektir Kur'an'ın üçte biri gibi bir bölümünü saklıyor. En azından halifeliği zamanında saklı olan kısmı insanlara tebliğ etmiyor ve onunla ameli terk ediyor demektir Halbuki halifeliği zamanında onun önünde bunları yapmakta hiçbir engel yoktu. Kur'an'dan bu miktar ayetleri kendi rızası ile isteyerek saklaması (haşa) nifak demektir. Hz Ali'ye bu sözleri isnat eden Ebu Mansur et-Tabersı bu kitabıyla aslında Hz Ali'ye ihanet ve küfür damgası vurarak bütün ashabı kiramı münafıklıkla suçlamaktadır.
Yukarıdaki iddia Hz Ali'nin halifeliği boyunca elinde imkan olduğu halde Kur'an'dan çıkarıldığını iddia ettikleri kısmı açıklamaması ve onunla insanları amel etmeye davet etmemesi iftirasının delilidir.
"Fasl-ul-Hıtab fi İspati Tahrifi Kitabi Rabbi-l-Erbab" isimli kitap Iran. Necef ve diğer bölgelerde yayınlandığında Hristıyan misyonerler bu kitabın neşrine sevinerek kendi dillerine çevirdiler Çünkü bu kitap Kur'an'ın muharref olduğunu beyan ediyordu Bu da misyonerlerin tam arzuladığı bir şeydi Bu durumu Muhammed Mehdi isfahani el-Kazımı "Ahsenul-Vedia" isimli (Ravzatul Cennat isimli kitabın zeylidir) kitabının ikinci cild sh. 90'da zikretmiştir
Şia'nın Buhari'si EI-Kafi (1278 İran baskı sh 54) de iki sarih nass vardır. Şöyle :
"Cabir El-Ca'fi'nin şöyle dediği rivayet olunur: Ebu Cafer (Aleyhisselam)'ı şöyle derken işittim : KUR'AN'IN İNDİRİLDİĞİ ŞEKİLDE TOPLANDIĞINI YALANCILARDAN BAŞKASI İDDİA ETMEMİŞTİR ONU İNDİRİLDİĞİ GİBİ ALİ B EBİ TALİB VE ONDAN SONRAKİ İMAMLARDAN BAŞKASI HIFZEDİP TOPLAMAMIŞTIR."
Şia nezdinde bizdeki Sahihi Buhari kadar değerli olan bu Kafi kitabını her Şii okur ve bu nassa da iman eder. Biz de deriz ki : Şia kesin olarak Ebu Cafer'e iftira etmektedir Zira Hz. Ali (RA) Kufe'deki hilafeti müddetince Hz Osman (RA)'ın topladığı mushaftan başka bir şey ile amel etmemiştir. Ve başka bir mushaf neşretmemiştir. Şayet elinde başka bir mushaf olsaydı onu en azından halifeliği zamanında neşreder onunla amel edilmesini emrederdi. Eğer kendisinde başka bir mushaf var "e bunu da müslümanlardan sakladıysa o zaman Allah'a. Peygamberine ve İslam dinine ihanet etmiş olurdu
İmam Ebu Cafer Muhammed el-Bakır'dan bu çirkin sözleri duyduğunu söyleyen Cabir el-Ca'fi, Şia'ya göre ne kadar güvenilir olsa da Ehli Sünnet nezdinde yalancı olarak bilinmektedir. Ebu Yahya el-Hamani dedi ki, Ebu Hanife'nin şöyle söylediğini işittim : Gördüklerim arasında Ata'dan daha faziletli. Cabir el-Ca'fi'den daha yalancı kimse görmedim. (Mecelletül-Ezher, Sayı : 308, Sene : 1372)
Yukarıdaki nasstan daha korkuncu aynı kitapta (Sh. 238, 1381 Baskıda, Sh 57, 1278 Iran baskısı) Cafer es-Sadık'dan rivayet edildiğini uydurdukları şu nastır:
"Ebu Busayr'dan rivayet olunmuştur, dedi ki: Ebu Abdullah'ın yanına girdim... Ebu Abdullah (yani Cafer es-Sadık) dedi ki ;
- Bizde Fatıma aleyhisselamın mushafı vardır.
- Fatıma mushafı da nedir? dedim. Dedi ki:
- Sizin şu mushafınız gibi üç misli (büyük bir) mushaftır. Allah'a yemin ederim ki onda sizin şu Kur'an'ınızdan bir harf bile yoktur."
Ehli Beyt imamlarına yapılan bu iftiralar çok eskidir. Bu iftiraları bin sene evvel Muhammed b. Yakub el-Küleyni "el-Kafi" isimli kitapta topladı. Halbuki bu iftiralar Küleyni' den daha eskidir. Çünkü o yalanıyla meşhur olmuş seleflerinden ve Şiiliğin temelini atan mühendislerden rivayet etmektedir
İspanya İslam hükmü altında iken imam Ebu Muhammed b. Hazm orada bulunan papazlarla, kitapları İncil'in muharref olduğu hakkında münazara eder deliller getirirdi. Papazlar da cevap olarak Şia'nın Kur'an'ın muharref olduğuna karar verdiklerini söyleyerek delil getirdiklerinde İbni Hazm onlara şu cevabı vermiştir: ŞİA'NIN İDDİASI NE KUR'AN ALEYHİNE NE DE MÜSLÜMANLAR ALEYHİNE DELİL OLAMAZ? ÇÜNKÜ Şİİ'LER MÜSLÜMAN DEĞİLDİR, (Kitabul Easl Fi-l-Milel ven-Nihal, Cilt: 2, Sh, : 78 ve Cilt : 4, Sh, : 182 İbni Hazm Kahire'deki ilk baskı)
Dikkat edilmesi gereken noktalardan bin de İmamiyye - İsnaaşariyye Şia'sı (Caferi diye de isimlendirilirler) Peygamberimiz (SAV)' den bugüne kadar Hz, Ali'nin hükümeti hariç bütün hükümetler gayri şer'i olduğu esasına dayanmaktadır. Ve hiçbir Şii'nin bu ana kadar gelmiş hükümetlere samimi olarak bağlanması caiz değildir. Onlara düşmanlık besleyip takıyye yapacaktır. Çünkü hepsi gelmiş geçmiş, gelecek olan ve şu andaki hükümetlerin hepsi gasiptır. Şia dininde seri idareciler itikatlarına göre sadece on iki imamlarıdır, idareyi ele almış olsunlar veya olmasınlar.
Bunların dışında müslümanların idaresini üstlenenler Hz. Ebu Bekir ve Ömer (RA)'dan bugüne kadar ne kadar idareci geldiyse, ne kadar İslam'a hizmet ederse etsinler, İslam hudutlarını ne kadar genişletirse genişletsinler, Allah yolunda ne kadar çalışırsa çalışsınlar onların hepsi müstebittir ve gasıptırlar.
Şia Hz, Ali (RA)'dan başka idareyi ele alan herkese Hz Ebu Bekir ve Ömer (RA) dahil lanet ederler, İmam Ebul-Hasan Ali b. Muhammed b Ali b. Musa'ya iftira ederek Hz. Ebu Bekir ve Ömer (RA)'a Tağut demelerini dostlarına öğrettiğini söylemektedirler. Bunu en büyük Cerh ve Tadil kitapları olan "Tenkıhul Mekal fi Ahval'ir-Rical" isimli kitabın yazarı Caferi taifesinin Şeyhi Allame-i Sani Ayetullah el-Mamkani 207 inci sayfada zikretmiştir. (Murtazaviye Matbaası, Necef 1352).
"Es-Serair" kitabının sonunda Muhammed b idris el-Huliy "Mesail el-Rical ve Mükatebetühüm ila Mevlana ebi'l-Hasen b, Muhammed b. Ali b, Musa Aleyhisselam" kitabından Muhammed b. Ali b. Isa meseleleri arasında naklediyor ki Muhammed b. Ali b. Isa şöyle dedi : "Ona yazdım ve Nasıb'ı (Ehli beyte düşmanlık edene verdikleri isim) sordum. Bir kimsenin Nasıb olduğunu Cibt ve Tağut (Hz. Ebu Bekir ve Ömer'i kastediyor)'u üstün tutması ve imamlıklarını sahih itikat gasbetmenin hesabını soracaklar. Çünkü onlara göre İslam'da idare Resulullah (SAV) vefat ettikten sonra sadece onların hakkıdır. Onlardan başkası bu hakka sahip değildir. Mehdi bu tağutları (!) muhakeme ettikten sonra onlara kısası uygular ve her asır için üç bin idareci idam edinceye kadar beş yüzer beş yüzer onları öldürür, Bu hadise onlara göre kıyamette ba's gününden önce olacaktır. Ölenler öldükten ve idam edilenler idam edildikten sonra mahşer için büyük ba's (diriliş) başlar. Bundan sonrası ya cennettir ya da cehennem. Cennet, ehli beyte ve şu yukarıdaki inançları taşıyanlara, cehennem ise Şii olmayan herkese. Şia bu diriltme, muhakeme ve kısasa RİC'AT ismini vermiştir. Bu inanç hiçbir Şii'nin zerre kadar şüphe etmediği temel inançlarından biridir. Bazı saflar Şia'nın bu inançları son zamanlarda terk ettiğini zannetmektedirler ki bu büyük bir hatadır, gerçek ile bağdaşmamaktadır.
Şii'ler Safevi devletinden bugüne kadar bu inançlara sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bugün ise ya bu inançlara aynı şekilde sıkı sıkıya bağlılar yahutta çağdaş bir öğretim ile bu hurafelerden vazgeçip komünizme bel bağlamışlardır. Irak'taki komünistler ve İran'daki komünist Tudeh Partisi bağlıları önceleri Şii iken inançlarının batıl olduğunu görerek komünist olan Şiiler'dir. Şiiler de orta yolu takip eden bir yol yoktur. Ya mezhebinin bazı menfaatlerini düşünerek Takıyye yapar veya yine Takıyye ile diplomatik, partisel ve şahsi menfaatları için gizlediklerinin aksini göstermeye çalışırlar.
Ric'at inançlarını bilmen için sana Şii önderlerinden Şeyh-i Müfid diye isimlendirdikleri Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed En Numan'ın "El-İrşad fi Tarihi Hucecillah ala-l-Ibad" kitabında yazdıklarını zikredeyim (Sah. 398 - 402 İran taş baskılı tarihi belli değil, Muhammed Ali Muhammed Hasen el-Külbabki hattıyla basılı). El FazI b. Sazan, Muhammed b. el-Kufi'den o da Vehb b. Hafs'dan Ebu Busayr'ın şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Abdullah (yani Cafer-i Sadık) dedi ki: Kaim (On bir asır önce doğup hâlâ ölmediğini zannettikleri on ikinci imamları. Onlara göre* bu imam kalkacak ve hüküm sürecektir) yirmi üçüncü gece, ismiyle çağrılır. Ve aşure günü kalkar. Muharrem'in onuncu gününde onu Kabe'de rükün ile makam arasında görür gibiyim. Cebrail sağında, Allah için biat" diye nida eder. Şii'ler yeryüzünün dört bir yanından ona biat için gelirler. Yeryüzü onlara durulur bükülür ki kolayca gelsinler O Mekke'den Kufe'ye gelir ve Necef'imizde konaklar sonra da oradan askerlerini diğer şehirlere gönderir.
Haccal Sa'lebe'den o da Ebu Bekir el Hadrami'den Ebu Cafer (Muhammed Bakır)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kaim aleyhisselamı Küfe Necef'ine Mekke'den beş bin melekle yürüdüğünü görür gibiyim. Cebrail sağında, Mikail solunda mü'minler önünde, askerlerini ülkelere gönderiyor
Abdulkerim el-Ca'fi rivayet ederek dedi ki; Ebu Abdullah'a (Cafer-i Sadık) :
- Kaim aleyhisselam ne kadar hüküm sürecek? diye sordum.
- Yedi sene Seneler uzar, hatta onun senesiyle bir sene sizin on senenize denk olur Hüküm sürdüğü seneler sizin senelerinizle yetmiş sene miktarındadır, dedi. Ebu Buseyr ona:
- Allah seneleri nasıl uzatır? diye sordu. O:
- Allah gezegenlere beklemesini ve yavaş hareket etmesini emreder. Böylece günler ve seneler uzar. Kaim'in gelmesi yaklaştığında Cemaziyel ahire ayında ve Receb'in on gününde mahlukatın eşini görmediği bir yağmur yağar. Allah mü'minlerin etlerini ve bedenlerini kabirlerinde bitkinin bitmesi gibi çıkartır. Onları kabirlerinden kalkınca saçlarının toprağını silkeler vaziyette görür gibiyim diye cevap verdi
Abdullah b. Muğıre, Ebu Abdullah (Cafer-i Sadık) aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti :
- Âli Muhammed'den Kaim geldiğinde Kureyş'ten beş yüz kişiyi kaldırır ve boyunlarını vurur Bunu altı defa tekrar eder.
- Bunların sayıları bu kadar var mıdır? dedim (Abdullah b Muğıre'nin buna şaşması o zamana kadar Hulefai Raşidin, Emevi, Abbasi ve diğer müslüman idarecilerin sayısı bu sayının onda birine bile vasıl olmamasındandır). Cafer-i Sadık dedi ki :
- Evet onlardan ve onların dostlarından (Başka bir rivayette) Bizim devletimiz devletlerin sonuncusudur. Bizi gördüklerinde "Bizim elimizde hüküm olsaydı biz de bunlar gibi yapardık" dememeleri için onlar bizden önce devlet kurup hüküm sürdüler.
Cabir el-Ca'fi Ebu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etti :Âli Muhammed'in Kaim'ı geldiğinde Kur'an'ın indiği gündeki şekliyle öğretildiği çadırlar kurar. O gün Kur'an'ı ezberlemek bugünkünden daha zordur. (Yani o gün Cafer-i Sadık zamanında bulunan Osman mushafının dışında bir mushaf öğretecek. Çünkü öğreteceği mushaf Şiiler'e göre şu anda bizde bulunan mushaf değildir. Onlara sormak gerekir : Bekledikleri on ikinci imam İslam'a birinci imam kabul ettikleri Hz. Ali'den daha mı vefakârdı. Neden böyle bir Kur'an vardı da Hz. Alı halifeliğinde elinde imkân olduğu halde müslümanlara öğretmedi. Bu inançlarıyla Hz. Ali'ye dahi leke sürmekte, onu ihanetle suçlamaktadırlar.
Abdullah'tan Ebu Abdullah aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etti : "Âli Muhammed'in Kaim'i (onikinci imam) geldiğinde Davud aleyhisselamın hükmüyle hükmedecektir.." (Halbuki Allahu Teala bu şekilde hükmü hoş görmemiş ve "Davud kendisini denediğimizi sanmıştı da, Rabbi'nden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanmış tevbe etmiş Allah'a yönelmişti" buyurmuştur. Sad suresi ayet: 24)
Mufaddal b Ömer de Ebu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etti :Kufe'den Musa kavmine mensup yirmi yedi (!) ehli kehfden yedi kişi, Yuşa b. Nün, Süleyman, Ebu Düçane el-Ensari Mikdat ve Malik el-Eşter, Kaim aleyhisselam ile Kufe'den çıkarlar ve onun huzurunda ona yardımcı ve idareci olurlar.
Şu yukarıdaki naslar Alimlerinin en ulusu olan Şeyhi Mufid'den (uydurma olduğunda şüphe bulunmayan) senedleriyle harfiyyen nakledilmiştir. Bu söylenenler ehli beyte yapılan iftiralardır. Ehli beytin en büyük musibeti bu tip insanların kendilerine sahip çıkarak bu türlü yalanları onlara ithaf etmeleridir. Şeyhi Müfid'in bu eseri İran'da basılmıştır.
Ric'at inancı (Müslüman idarecilerin muhakemesi) Şiiler'in temel inançlarından olduğundan alimleri "Emali el-Murtaza" kitabının müellifi Seyyid Murtaza (bu zat Şerif Rıza Şair'in kardeşidir. Aynı zamanda Nehcül Belağa'yı tahrif edip ziyadeler yapıp sahabeye sataşarak kitaba üçte biri kadar ziyadede ortaklık yapan zattır), işte bu Seyyid Murtaza "EI-Mesail en-Nasırıyye" isimli kitabında şunları yazmıştır:
"Mehdi (Âli Muhammed'in Kaim'i diye isimlendirdikleri on ikinci imamları) zamanında Ebu Bekir ve Ömer çarmıha gerilirler. Çarmıha gerildikleri ağaç yaş iken onlar gerildikten sonra kurur."
Şii büyükleri ve alimleri asırlar boyu Resulullah'ın iki veziri Hz. Ebu Bekir ve Ömer, diğer İslam halifeleri, idarecileri, kumandanları mücahit ve alimleri hakkında bu iğrenç tutumlarında devam edegelmişlerdir.
Yaklaştırma merkezinde çalışan davetçilerini dinledik. Şu yukarıdaki inançlarını araştırmaya vakti olmayanlar o davetçinin dediği gibi bunların eski olduğunu şimdi ise değiştiğini zannederler. Bu zan yalandır, hiledir. Çünkü ilmi merkezlerin hepsinde okuttukları kitaplarda bütün yukarıda saydıklarımız mezheplerinin kaçınılmaz esasları olarak okutulmaktadır. Necef. Iran ve Cebel-i Amil ulemasının zamanımızda telif ettikleri eserler eskilerinden daha kötü, yaklaşmayı ve anlaşmayı yıkmada daha aşın bir tutum içindedir. Buna sabah akşam mezhepleri birleştirme ve yaklaştırmaya çalıştığını ilan etmekte devam eden, Mısır'da ve başka ülkelerde bu fikri taşıyan arkadaşları bulunan Muhammed b. Muhammed Mehdi el-Halisi isimli zat ile misal verelim. Birliğe ve anlaşmaya davette çalışan bu zat "Ihyau'ş-Şeriati fi Mezhebi'ş-Şia" isimli kitabında Hz. Ebu Bekir ve Ömer'in mü'min dahi olmadıklarını yazarak onlardan iman sıfatını dahi kaldırmaya kadar taassubunda koyudur. Bakınız kitabının Cilt: 1, Sn.: 63-64 üncü sayfalarında ne yazıyor: "Ebu Bekir ve Ömer'in; Kur'an'da haklarında Allah'ın kendilerinden razı olduğuna nas bulunan Rıdvan biati ehlinden olduğunu söyleseler de biz deriz ki : Şayet Allahu Teala (Sana biat edenlerden Allah razı olmuştur) yahut (Ağaç altında sana biat edenlerden razı olmuştur) deseydi o zaman kendisine biat eden herkesten razı olduğuna delalet ederdi. Fakat Allah (Sana biat ettiklerinde mü'minlerden razı olmuştur) dediğinden, ayette sadece mü'min diye zikredildiğinden hakikaten iman edenlerden başkasına delalet yoktur."
Bunun manası Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakikaten iman etmemişlerdir. Onun için de ayetin manası onları içine almaz. Bu iki muasır Şii alimi İslam ve müslümanların korunması hususunda müslümanların menfaatlerini ön plana aldıkları davasının müdafileri olduğunu söyleyen bu iki çağdaş Şii alimi yazdıkları eserlerinde Resulullah (SAV)'den sonra müslümanların en üstün ve faziletlisi veya en azından müslümanların en hayırlısı olan Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakkında inançlarını böyle açıklarken mezhepler arasında nasıl bir yaklaşma ve anlayış beklemektedir. Bu adamlar müslümanların kalesinde düşman hesabına çalışan casuslar değil de nedir?
Resulullah'ın ashabını, tabiileri ve Müslüman idarecileri, İslam binasını ayakta tuttukları ve İslam alemine o şerefli günleri yaşattıkları halde bu aşağı derekelere indirirken kendi imamlarına imamlarının dahi kabul etmeyeceği şeyleri ithaf ediyorlar Kafi kitabında Küleyni on iki imama öyle vasıflar ve sıfatlar vermektedir ki imamlar insanlık evsafından sıyrılarak eski cağdaki Yunan tanrıları derecesine çıkarılmaktadır. Kafi ve diğer muteber kitaplarındaki bu vasıfları bir araya toplasak koca bir cilt ortaya çıkar. Onun için biz sadece Kafi kitabındaki konuların (bab) başlıklarını zikretmekle yetineceğiz :
"İmamlar; meleklere, nebi ve resullere verilen ilimlerin hepsini bilirler." Kafi. Sh : 255.
"İmamlar ne zaman öleceklerini bilirler. Ve onlar kendi istekleri olmadıkça ölmezler" Kafi, Sh : 258
"İmamlar olmuş ve olacak her şeyin ilmini bilirler. Onlara hiçbir şey gizli değildir." Kafi, Sh : 260.
"İmamlarda bütün kitaplar vardır ve onları çeşitli dillerde olmasına rağmen anlarlar, bilirler." Kafi, Sh : 227.
"Kur'an'ı imamlardan başkası toplamamıştır. Onlar Kur'an ilimlerinin hepsini bilirler." Kafi, Sh : 228.
"İmamların sahip olduğu şeyler peygamberlerin alametlerindendir." Kafi, Sh : 231
"İmamların durumu ortaya çıkınca Davud ve âli Davud'un hükmü ile hükmederler. Delil istemez ve sormazlar." Kafi, Sh : 297.
"İmamlardan çıkanlar hariç insanların elinde bulunan her şey batıldır, imamlardan çıkmayan her şey de yine batıldır." Kafi, Sh : 399.
"Yeryüzünün hepsi imamındır." Kafi, Sh : 407.
On iki imamlarına bu imamların dahi kabul etmeyeceği sıfatları uyduran Şii'ler bir taraftan imamların beşeriyyetin üstünde bir mertebede olduğunu iddia ederken öte yandan Resulullah (SAV)'ın Allah'ın vahyettiği göklerin yaratılması, cennet ve cehennemin vasıfları gibi gayba dair haberlerini inkar ediyorlar.
Kahire'de yaklaştırma merkezinin çıkardığı Risaletul - İslam dergisi dördüncü senesi dördüncü sayı 368 inci sayfasında Lübnan'daki Şii yüksek mahkeme reisinin kalemiyle bu inkarlarını tescil etmişlerdir. Bu asrın büyük alimlerinden olduğunu kabul ettikleri bu zat "Imamiyye Şiası içtihadlarından" adı al tında bir makale yazmış ve orada müçtehitlerinden Muhammed Hasan El-iştiyani'den "Bahrul - Fevaid" kitabının 267 inci sayfasında şöyle dediğini nakletmiştir:
"Peygamber; abdesti bozanlar, hayz ve nifas ahkamı gibi şer'i hükümleri haber verirse onu tasdik etmek ve haber verdiğiyle amel etmek vaciptir. Eğer göklerin ve yerin yaratılması, huriler, köşkler gibi gayba ait şeylerden haber verirse (bu haberin Peygamberden sadır olduğunun sıhhati) zan yoluyla değil kesin olarak bilinse dahi ona inanmak vacip değildir."
Ne garip değil mi? imamlarına iftira ederek subutu kesin olmadığı halde imamlarının gaybı bildiğine iman ediyorlar ve delaleti kesin olan ayet ve sahih hadislerle sabit olan göklerin yaratılması, cennet ve cehennemin evsafı gibi Resulullah (SAV)'dan sahih olarak gelen gayba dair haberlere inanmamayı kendilerine mubah sayıyorlar. Halbuki Resulullah (SAV)'ın kendi heva ve hevesinden konuşmayacağı ayetlerle sabittir. Resulullah (SAV)'den sahih olarak gelen gaybiyyat ile imamlarına nispet ettiklerini mukayese eden kimse Resulullah'dan Kur'an'da ve mütevatir hadislerde sabit olanların Şiilerin imamları hakkında inandıklarının bir küçük parçasına dahi yetişemeyeceğini apaçık anlar.
Gayb haberlerini rivayet eden Şiiler ehli sünnet Cerh ve Tadil uleması nezdinde yalancı olarak bilinmektedir. Fakat Şiiler buna hiç aldırış etmez ve onların imamlardan rivayet ettiklerini tasdik ederler.
Yaklaştırma merkezinin çıkardığı Risaletü-l-İslam dergisi, Lübnan Şii Yüksek mahkemesi reisi ve müctehidleri Muhammed Hasen el-lştibani Resulullah'dan sahih rivayetlerle sabit olan gayb haberlerine inanmanın vacip olmadığı davasını alkışlıyor ve Peygamberlik görevini abdest hayız nifas ve benzeri fıkhi meselelere hasretmeyi istiyorlar.
İmamlarının mertebelerini kendisine vahy inen Resulullah (SAV)'ın mertebesinden üstün tutarlarken bunlarla bizim aramızda hangi yaklaşma mümkün olacak bilmiyoruz.
Asırlar boyunca Şiilerin yüksek tabakasında olsun halk tabakasında olsun İslam hükümetlerine karşı eğer hükümet kuvvetli ise menfaat elde etmek için Takıyye inancını kullanarak mühim merkezlere geldikleri ve hükümet zayıfladığında veya hücum edildiğinde hemen aleyhine geçip düşman tarafına intikal ettikleri tarih boyunca Şiilerin her tabakasında mülahaza edilen şeylerdendir
Abbasiler Emeviler aleyhinde ayaklanınca Şia'nın tutumu böyleydi. Hatta Abbasiler'in isyanı, Şiilerin teşvikleriyle olmuştu Aynı şeyi Abbasi devleti Hulagu tarafından tehdit edilince Abbasilere yaptılar İslam halifesine, müslümanların başkentine, ilim ve irfan merkezine karşı putperest Hulagu ile birleştiler.
Şia alimlerinden En-Nusayr et-Tusi Abbasi halife Mutasım'a saçını başını yolarak methiyeler, şiirler yazarken çok geçmeden 655 senesinde hemen aleyhine geçmiş, İslam'ın Bağdad'da bir an önce yıkılmasını gözlemeye başlamış ve maalesef Hulagu'nun yanında yer alarak en ön safa geçmiş, Hulagu ile müslümanların boğazlanmasını kontrol etmiş ve İslam kitaplarının Dicle'de boğulmasına rıza göstermiştir.
Şii şeyhi En-Nusayr et-Tusi'ye bu büyük ihanetleri irtikabında iki arkadaşı daha iştirak etmiştir. Birisi Şii bir vezir olan Muhammed b. Ahmed el-Alkami, diğeri ise Alkami'nin sağ kolu olan Mu'tezile mezhebine mensup Şiiler'i bu hususta geride bırakmış birisi olan Abdulhamid b. Ebi-l-Hadid. Bu zat ömrü boyunca Resulullah'ın ashabına düşman olarak yaşadı. Nehcul-Belağa kitabına İslam tarihini tesvit eden yalanları doldurarak yaptığı edepsizce şerhiyle Ashaba düşman olarak hayat sürdü, İslam'ın mazisindeki gerçekleri İslam'a sokuşturulan fikirleri bilmeyenler bunların yazdıklarına hâlâ kanmaktadırlar. Hatta bazı zeki ve faziletli müelliflerimiz dahi bunlara inanmakta. Halife Mutasım vezir yaparak ikram etmesine, iyilikte bulunmasına karşılık ona ihanet eden İbnu Alkami ihanetini ve iyiliğe karşı kötülükle cevap vererek asıl gizledikleri düşünceleri açığa vurmuştur. Hülagu musibetinde İslam'ın başına gelenlere sevinen Şiiler bu asra kadar İslam'a düşmanlık beslemekte ve bundan lezzet almaktadır. Dileyen Şiiler'in yazdığı bütün Teracim kitablarından En-Nusayr et-Tusi'nin tercüme-i halini okusun. En son telifleri bu hususta EI-Hunsari'nin "Ravzatu-l-Cennat" kitabıdır. Bu kitab Moğolları, hainleri övgü ve İslam'ın başına gelenlere sevindiklerini beyanla doludur. Büyüğü küçüğü bütün Şiiler'in Müslümanların katliamıyla ferahladıkları, çocuk ihtiyar demeden Müslümanların öldürülmesine en azılı düşman dahi sevincini gösteremezken, kalbi vahşi hayvanlardan daha sert olanlar dahi utanırken Şiiler'in bu duruma sevindiklerini beyanla doludur.
Bu mevzuyu kısa tutmak isterken yine uzadı. Biz, Şiiler'in muteber kitaplarından nakiller yaparak kısa tutmak istemiştik. Bu mevzuyu yaklaştırma konusuyla ilgili bir nakil yaparak bitirelim de her müslüman bu tip mezheplerle özellikle de Şiiler'le yaklaşmak ve anlaşmanın nasıl imkansız olduğunu görsünler. Bu onların sarih itiraflarıdır:
"Ravzatu-l-Cennat" kitabında Şii önderlerinin tarihçiliğini yapan EI-Hunsari, En-Nusayr Et-Tusi'nin tercüme-i halini yazarken naklet tiklerinden birisi de sayfa 579'da yazdıklarıdır. (1367 İkinci Baskı Tahran). Diyor ki: "Tusi'nin gerçek ve araştırma ürünü olan sözü fırka-i naciyeyi tayin ederken yetmiş üç fırkadan sadece İmamiyye'nin fırka-i Naciye olduğunu beyan ettiği sözüdür. Tusi dedi ki:
"Ben bütün mezhepleri inceledim, ahvalini, fer'i meselelerini tahkik ettim, İmam iye'nin dışındaki tüm mezheplerin iman hususunda - ispatı ve nefyi müsavi olan bazı hususlarda ihtilaf etseler de- müşterek olduklarını gördüm. Sonra, imamiye taifesini hepsine muhalefet eder buldum. Eğer onlardan başkası Naciye olsaydı hepsinin Naciye olması gerekirdi. Bu da gösteriyor ki fırka-i Naciye İmamiye'dir, başkası değildir."
KURTULUŞ EHLİ BEYT'E VELAYET (BAĞLILIK) İLEDİR
EI-Hunsari şöyle diyor: (Yukarıdaki ibareyi naklettikten sonra) Es-Seyyid Nimetullah el-Musevi dedi ki: "Bunun manası bütün fırkalar (Kim lailahe illallah derse cennete girer) hadisine dayanarak şehadeteyni getiren herkesin kurtulacağını söylemektedirler. Bu imamiye fırkası ise kurtuluşun ehli beyte ve onikinci imama bağlanmakta, onların düşmanlarından beri olmakta olduğuna ittifak etmişlerdir. (Yani Hz Ebu Bekir, Ömer ve bütün müslümanlardan, Şia olmayan herkesten teberri edeceksin, alâkayı keseceksin ki kurtulasın). Kurtuluşun yolu olan bu itikadla imamiye bütün mezheplerden ayrılır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder